Güzel geçimin başladığı nokta gönüldür. Gönlün gıdası sevgidir. Sevginin kaynağı yüce Allah'tır. Daimî huzur yüce Allah iledir. Gerçekten Allah'a yönelmiş, ilâhî aşktan bir derece tatmış, maddenin ötesinde bir âlemin olduğunu anlayıp ona kalbini açmış bir insanla geçinmek çok kolaydır; çünkü bu insanın derdi Allah'tır, huzuru Hak iledir. Hep "ben" diyende huzur olmaz, "ben haklıyım" diyenle hak bulunmaz. Güzel geçim güzel ahlâktır. Güzel ahlâkın temeli tevazudur. Tevazu, ailede, işte, cemiyette ve her yerde güzel geçim için vazgeçilmez bir ahlâktır. O elde edilmeden gerçek huzur bulunmaz. Tevazu, yüce Allah'ın azameti karşısında iki büklüm olup, nefsini hiç bilmek, kulluktaki kusurlarını görüp kendi haline üzülmektir. Tevazu, kendinin haddini, karşıdakinin hakkını bilmektir. Tevazu, hakkına razı olmaktır. Tevazu, doğruyu kim söylerse söylesin kabul etmektir. Tevazu, yüceliğin ancak Allah'a ait olduğunu anlayıp kendini beğenmeyi ve halkı küçük görmeyi terketmektir. Tevazu, her kulda yüce Hak'tan bir hak ve değer olduğunu bilip Allah için onlara edeple davranmaktır. Tevazu, "herkes yahşi ben yaman" diyerek kendi noksanlarına bakmak ve kusurlarına çare aramaktır. Kusuru kendisinde arayan kimse, hem kusurunu kolay bulur hem de karşısındakine karşı edepli olur. Niyeti doğruyu bulmak olana yüce Allah yardım eder, sabır verir, anlayışını açar, kalbini genişletir, nefsinin sertliğini giderir, şeytanın hilesini gösterir, Hakk'ı sevdirir, haklıyı buldurur. Böylece hayat güzel olur. Bencil ve kibirli bir aile, ne yaparsa yapsın huzuru bulamaz.
Yüce Yaratıcı'sının hükmü karşısında saygı ile eğilmeyen baş kibirlidir. Kibirlikimse katı olur.Bir kimsenin iyi hali kötü halinden daha fazla ise o kimse iyi insan kabul edilir ve kusurları affedilir. Eğer bir kadın namus kusuru işlemiyorsa, onun diğer davranış bozukluklarına sabredilmelidir.Kibirli kimse ince bir aşkla sevmeyi bilmez, incelip de bir gönüle giremez. Böyle biri düşmanıyla değil, dostuyla bile geçinemez. Ta ki, tövbe edip gerçek tevazuyu elde edene kadar... Hz. Ömer (r.a) devrinde bir adam hanımı ile arada bir ağız kavgası edip çekişiyordu. Adam hanımına laf anlatamayınca bunalmış, halifeden yardım ve akıl istemek için evine gelmişti. Evin kapısını çalmak için yaklaştığında içeriden bir kadının yüksek sesle konuştuğunu duydu. Biraz dikkat edince, bunun Hz. Ömer'in (r.a) hanımı olduğunu anladı. Baktı ki Hz. Ömer de aynı durumda. Adam şaşırdı; koca halife, kendisine karşı sesini yükselten hanımını sükûnetle dinliyordu. Kapıyı hiç çalmadan hemen geri döndü. O sırada Hz. Ömer (r.a) birinin kapıya doğru geldiğini farketmişti. Gelen kimsenin kapıyı çalmadan geri döndüğünü görünce, hemen arkasından çıkıp adamı geri çağırdı ve ne için geldiğini, niçin geri döndüğünü sordu. Adam, "Yâ Ömer, bir derdim vardı, size akıl danışmaya gelmiştim; fakat gördüm ki siz de aynı dert içindesiniz. Onun için rahatsız etmek istemedim!" dedi. Hz. Ömer (r.a), "Derdin neydi?" diye sordu. Adam, "Hanımım, bazan bana karşı evde yüksek sesle konuşuyor, sözlerime sertçe karşılık veriyor, canımı sıkıyor. Gördüm ki bu durum sizin evde de oluyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a) adamı bir kenara çekerek ona, "Bak, hanımların kocaları üzerinde pek çok hizmeti ve hakkı vardır. Bunun için onlara tahammül etmeliyiz. Onlar bizim evimizi beklerler. Ekmek ve yemeğimizi pişirirler. Çocuklarımızı emzirirler. Elbise ve evimizi temizlerler. Nefsimizi teskin eder ve bizi harama düşmekten korurlar. Ben bana bu kadar hizmeti dokunan bir kadına niçin tahammül etmeyeyim" dedi. Bunları bir halifeden dinleyen adam, biraz düşündü ve, "Benim eşim de aynı hizmetleri görüyor" dedi. O zaman Hz. Ömer (r.a), "Kardeşim, hanımının sıkıntısına tahammül göster. Dünya hayatı çok kısadır, gelir geçer" dedi. (bk. Zehebî, el-Kebâir, s. 179)Hak adına yeri gelince demir gibi sert olan Hz. Ömer (r.a), yine Hak hatırına yeri gelince kadife gibi yumuşak olabilmekteydi. Onun tek derdi Hakk'ın hatırını korumaktı. İşte tevazu denen şey budur. İnsan halka gösterdiği tevazu kadar katında yücelir. Asıl güzel geçim, kötü ve aksi insanla olur. Güzel huylu kimse ile hoş geçinmek kolaydır; buna gerçek manada güzel geçim denmez.
Ailemiz ahlâkımızı yansıtan bir aynadır. Herkes kendisini en iyi bu aynada görür. Ailede yapmacık olmaz, gizli huylar saklanmaz; içimizde ne varsa dışarıya o çıkar.Bir kadının en güzel şahidi kocasıdır; kocanın da şahidi hanımıdır. Herkes kendisini ailesine karşı davranışları ile tanımalı, nefsinin huylarını bu ortamda tesbit etmeli ve yanlışını tedaviye çalışmalıdır. Bunun için Allah dostları kendilerindeki ahlâkı görmek, ölçmek ve geliştirmek için yanlarında kötü davranışlı bazı insanların bulunmasına razı olurlar, bunu bir fırsat bilirler ve ondan istifade ederlerdi. Velîlerden Yahya b. Ziyâd'ın (rah), kötü huylu bir kölesi vardı. Bir gün kendisine, "Bu kötü huylu köleyi niçin yanında tutuyorsun; onu sat da kurtul.Sen bunu bedava vermiş olsan yine kazançlı olursun" dediklerinde, o büyük zat şöyle demiştir: "Hayır onu satmayacağım, ben onun kötü huylarına sabrederek geniş olmaya ve yumuşak davranmaya alışıyorum."(Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, s. 471,İstanbul: Semerkand, 2004) Lokman Hekim'e (a.s), "Sen bu güzel ahlâkı kimden öğrendin?" diye sormuşlar, o da şu cevabı vermiş: "Kötü ahlâklı kimselerden öğrendim; onlarda gördüğüm kötü işleri ben terkettim; böylece güzel ahlâkı elde ettim." Güzel ahlâk dünyanın en büyük servetidir. Ona sahip olan kimse öyle mutlu olur ki artık bu kimsenin huzurunu kimse bozamaz. Çünkü o, yüce Allah ile huzuru bulmuştur ve herkese huzur verir.Allah ile huzur bulanlar öyle bir kuvvet ve kabiliyet kazanır ki artık kendisini sevmeyeni bile sever, ona gelmeyene gider, haksızlık edeni affeder, vermeyene verir. Sertlik gösterene gülümser. Kendisine cahilce davranan kimseye hiç bulaşmaz, ona acır ve "kal selâmetle" deyip yoluna devam eder. Eğer sen eşinin güzel huylu ve ahlâklı olmasını istiyorsan, kendin yüce Allah'a karşı doğru olmaya bak.Aile reisi olan erkek yüce Allah'a karşı sorumludur. Onun ailesine güzel davranması farzdır.
Mümin her işte kendi ahlâkını kontrol etmelidir. O, kendisine nasıl davranıldığına değil, kendisinin nasıl davrandığına bakmalıdır. Ona karşı hanımı, çocuğu, komşusu, iş arkadaşı bir kusur yapsa ilk sorusu şu olmalıdır: "Ben yüce Rabbim'e karşı ne kusur işledim ki bana karşı bu kusur işlendi. Acaba, bunun başıma gelmesinde benim bir kusurum var mıdır? Evet akıllı ve adaletli kimseler böyle düşünür.Kendisinde bir kusur bulursa onu terkeder ve Allah'tan affını ister. Sonra karşısındaki kimsenin kusuru için bir mazeret arar. Mazeret bulursa onu affeder, bulamazsa kendisini güzel bir şekilde uyarır; kusurunu anlaması için yardımcı olur. Böyle bir kimsenin kızması da sevmesi gibi fayda verir, insanı kötülükten kurtarır. İşte bu ahlâka sahip olan bir kadın veya erkek, hayatının her ânını huzur içinde ve hayır üzere geçirir. Böyle bir kalbi ve ince edebi elde etmek için ne yapılsa azdır. Rehbere gitmeden iş çok zordur. Büyük velî İmam Şa'rânî (k.s) güzel geçimin sırrını şöyle açıklar: "Mümin kardeşim! Eğer sen hanımının doğru, güzel huylu ve ahlâklı olmasını istiyorsan, kendin yüce Allah'a karşı doğru olmaya bak. Birçok insan bunu bilmediklerinden kendi nefislerinin huylarına bakmadan hanımının ahlâkından şikâyet etmektedir. Eğer bu inceliği bilmiş olsalardı önce kendi kusurlarına bakar, onları düzeltirlerdi ve böylece hanımlarının kötü ahlâkı da kendiliğinden düzelmiş olurdu. Allah kendisinden razı olsun, ben bu durumu kendi ailem üzerinde çok denedim. Ben ne zaman açık veya gizli bir kusur işlesem bunun hemen onda bir yansımasını görürdüm. Halbuki o gerçekte güzel ahlâklı bir kadındı. Ancak ben değişince o da elinde olmadan değişiyordu. Buna çok defa şahit oldum. Bunun için hanımımda sevmediğim bir hareket görsem hemen kendimi kontrol ederdim. Onun benim yüzümden değiştiğini düşünürdüm. Ben kendime çeki düzen verince onun da kendiliğinden düzeldiğini görürdüm."(Şa'rânî, Levâkıhu'l-Envâri'l-Kudsiyye fî Beyâni'l-Envâri'l-Kudsiyye, s. 333 (Halep 1993); el-Uhudü'l-Kübrâ, s. 402 (istanbul: Bedir, 1982) Fudayl b. iyâz (k.s) demiştir ki: "Ben yüce Allah'a karşı bir kusur işlediğim zaman, bunun sonucunu bineğimde, hizmetçimde ve hanımımda görürdüm. Onların bana karşı tavrı değişir, huyları sertleşirdi. Ben bunu anlar, pişman olur, hemen tövbe ve istiğfar ederdim. Onların da kötü huyu yok olurdu. Ben bundan tövbemin kabul edildiğini anlardım. Çok defa da tövbe edip pişmanlık duyduğum halde bineğimin huysuzluğu, hizmetçi ve hanımımın itaatsizliği devam ederdi. Ben bundan tövbemin kabul edilmediğini anlar, daha dikkatli olurdum."(Şa'rânî, a.g.e., s. 333.)
Aile reisi olan erkek yüce Allah'a karşı sorumludur. Onun ailesine güzel davranması farzdır. Zulüm haramdır. Bunun için kadınlarla güzel geçinmelidir. Onlardan gelecek sıkıntılara katlanmalıdır. Kadınların tabiatı bunu gerektirmektedir. Böyle davranmakla kişi onlara merhamet etmiş yüce Allah, olur. Bu konuda "Hanımlarınızla iyi geçinin"( Nisa 4/19)buyurmuştur. Diğer bir âyette onların hakkını yücelterek, şöyle buyurmuştur: "Onlar (kadınlar) sizden sağlam bir söz almışlardı." (Nisa 4/21)Başka bir âyette de, "...Ve yanınızdaki arkadaşa iyilikte bulunun..."(Nisa, 36)buyurmaktadır. Müfessirlerden bazıları, "yanınızdaki arkadaş"ifadesiyle kastedilen kimsenin evdeki hanım olduğunu söylemişlerdir. (Kurtubî, el-Câmi, 5/165)Hz. Peygamber'in (s.a.v) vefatından önce ashabına tavsiyede bulunduğu ve sesi kısılıncaya kadar tekrar ettiği üç tavsiye arasında kadınlara iyi davranma konusu da vardı. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Namaza dikkat edin, aman namaza dikkat edin. Elinizin altında bulunanlara güçlerinden fazla yük yüklemeyin."(Ebû Davud, Edeb, 123; İbn Mâce, Vesâyâ, 1, Cenâiz, 64)."Kadınlarınız hakkında Allah'tan korkun. Onlar sizin yanınızda bir emanettir." (Nesâî, eS'Sünenü'l-Kübrâ, nr. 7097). "Siz onları yüce Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın emri ve izni ile namuslarını kendinize helâl kıldınız." (Müslim, Hac, 148). Hanımla iyi geçinmek demek sadece ona eziyet etmemek değildir. Bilakis hanımdan gelecek eziyetlere de katlanmak demektir. İyi geçinmek, hanım öfkelenip kendini kaybettiğinde, akıllı olmak, ağır davranmak ve sabretmektir.Bazıları Hz. Peygamberin (s.a.v) ailesi içinde hiç sıkıntı ve problem yaşamadığını düşünebilir. Fakat durum hiç de öyle değildir. Çünkü, Peygamber Efendimizin (s.a.v) pak zevceleri annelerimiz de her zaman sakin, sabırlı, hoşgörülü ve geniş gönüllü değillerdi. İnsanlık icabı bazan fıtratlarında bulunan hislere mağlûp olup farklı hallere girerlerdi. Âlemlere rahmet Efendimiz'e canlarını kurban etmeye hazır olan bu annelerimiz, bazı durumlarda kadınlık hisleriyle hareket eder, bir anda kontrolü elden çıkarır, ona karşı daha sonra kabul etmeyecekleri ve üzülecekleri tavırlara girer,değişik sözler sarfederlerdi. Bunun sebepleri vardı. Önce yüce Allah habibi Hz. Muhammed'in (s.a.v) güzel ahlâkını insanlığa göstermek istiyordu. Bu güzelliğin aile ortamında da görülmesi gerekiyordu. Bu şekilde bütün aile reislerine örnek bir kocanın, hocanın, babanın, dedenin, komşunun ve arkadaşın nasıl olacağı gösterilmiş olacaktı. Bu hikmet ve faydalar için Efendimiz'e (s.a.v) sabır isteyen olaylar yaşatıldı.
Hane-i saadetteki annelerimiz, ellerinde olmadan o cennet gülünü bazan latif dokunuşlarla sallıyor, titretiyor ve bu şekilde onun içindeki gül kokusunun dışa çıkmasına sebep oluyorlardı. Annelerimizin bu rahatlığı Resûlullah Efendimizin (s.a.v) onlara gösterdiği tevazu, yakınlık ve hoşgörüden ileri geliyordu. Çünkü rahmet Peygamberi (s.a.v), karşısındaki insanın seviyesine göre davranıyordu. Herkese anladığı dilden hitap ediyordu. Asla peygamberlik makamının ağırlığı ve ciddiyeti ile etrafındakileri sıkıp bunaltmıyordu. Annelerimizden bazıları Resûl-i Ekrem'e (s.a.v) sabahtan akşama kadar küserdi. Bazan da Efendimiz (s.a.v) onlara küsüp kusurlarını anlamaları için tavır gösterir, süre verir, kendilerinden bir zaman ayrı dururdu. Ama hiçbir defasında elle vurmak, sopa gösterip korkutmak gibi bir tavra girmemiştir. Değil annelerimize, senelerce hizmetiyle şereflenen kimselere bile bir kere elini kaldırmamıştır. Efendimiz (s.a.v) bütün bunları ümmetine örnek olsun diye yapıyordu. Zaten kendisine Allah tarafından verilen birden fazla evlenme izni, ümmetine yuva edebini öğretmesi, aile içinde kalan fakat insanlara lâzım olan güzel sdeplerin annelerimiz tarafından ortaya çıkarılması içindi. Sonra aynı zamanda birden fazla kadınla yuvayı paylaşmak ve her bir kadının fıtratına uygun davranıp hepsini memnun etmek kolay değildir. Bu ancak yüce Allah'ın yardımı ile mümkündür. Bir kadının yükünü çekip onu memnun etmekten âciz kalan günümüzdeki aile reisleri, durumlarına bakıp yüce Peygamberimizin (s.a.v) büyüklüğünü biraz daha anlama imkânı bulmuş olur.
Yüce Allah, bizden uymamızı istediği bütün ahlâkî esasları peygamberleri ve onların izinden giden dostları ile bize göstermiştir. Ailedeki güzel geçim de buna dahildir.Peygamberler ve sâlihler yüce Allah'ın insanlıktan istediği güzel ahlâkı yaşayarak öğretmişlerdir. Bütün müminler onlara bakıp ibret almalıdır. Kötüahlâkımızı ve çevremizden edindiğimiz kusurlarımızı devam ettirmeyeçalışmayalım; şu örneklerden payımıza düşeni almaya bakalım. Bir gün Hz. Ömer'in (r.a) hanımı onun konuşmasına karşılık verdi; bu duruma öfkelenen Hz Ömer, "Sen bana karşılık mı veriyorsun?" dedi. Hz. Ömer'in hanımı "Resûlullah (s.a.v) senden hayırlı olduğu halde, onun hanımları da ona karşılık veriyorlar. Hatta küs durdukları gün bile oluyor" dedi. Bunları işiten Hz. Ömer durumdan ürktü ve, "Eğer kızım Hafsa da Resûlullah'a karşılık verdiyse zarar etti, mahvoldu!" dedi. Sonra kızı Hafsa'ya (r.ah) gelerek, "Kızım Hafsa! Sakın Ebû Bekir'in kızı Âişe'ye bakıp aldanma! Çünkü Resûlullah (s.a.v) onu çok sever" diyerek kızını bu konuda uyardı ve Efendimizi (s.a.v) hiçbir şekilde üzmemesini söyledi. (Buhârî, Nikâh, 84; Mezâlim, 25; Müslim, Talâk, 31, 34; Nesâî, es-Sünenü'l- Kübrâ, İşretü'n-Nisâ, 57; ibn Hibbân, Sahîh, nr. 4187.) Bir gün bir mesele hakkında Hz. Resûlullah (s.a.v) ile Hz. Âişe (r.ah) arasında bir anlaşmazlık oldu. Öyle ki meselenin izahı için Hz. Ebû Bekir'i (r.a) aralarında hakem tayin ettiler. Hz. Ebû Bekir yanlarına gelince Efendimiz (s.a.v) Âişe validemize, "Sen mi önce konuşmak istersin, yoksa ben mi önce konuşayım?" dedi. Hz. Âişe (r.ah), "Önce sen konuş ama sadece doğruyu söyle!" dedi. Bu söz karşısında çok sinirlenen Ebû Bekir (r.a) kendini tutamayarak kızı Âişe'ye öyle bir tokat attı ki Hz. Âişe'nin (r.ah) ağzı kanadı. Âişe validemiz hemen Resûlullah'ın arkasına sığındı. Hz. Ebû Bekir ona dönerek, "Ey nefsinin düşmanı! Resûlullah doğrudan başka bir şey söyler mi?" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Yâ Ebû Bekir! Biz seni bunun için çağırmamıştık!" buyurarak saadetli zevcesini yine korumasına aldı.(Gazâlî, İhya, 2/56; Zebîdî, İthâfü's-Sâde, 6/139) Enes (r.a) demiştir ki: "Resûl-i Ekrem (s.a.v), kadınlara ve çocuklara karşı insanların en merhametlisi idi." Yine bir gün Hz. Ebû Bekir (r.a), Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) hane-i saadetine gelmişti. İçeri girmek için kapıyı çaldı, izin istedi. O sırada evin içinden kızı Âi şe'nin (r.ah) sesi geliyordu. Bir durum olmuş, kızı Hz. Peygamber'e yüksek sesle cevap veriyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a) içeri girer girmez tokatlamak için kızını yakaladı. Allah'ın Resulü hemen araya girerek ona mani oldu. Hz. Ebû Bekir öfkeli halde dışarı çıktı. Allah'ın Resulü, Hz. Âişe'ye (r.ah), "Gördün mü seni onun elinden nasıl kurtardım!" dedi. Birkaç gün sonra Ebû Bekir (r.a) tekrar kızının evine geldi, Allah'ın Resulüile kızını barışmış ve muhabbet ederken gördü; onlara,"Beni kavganıza dahil ettiğiniz gibi barış ve muhabbetinize de dahil eder misiniz?" deyince, peygamber Efendimiz (s.a.v), "Evet ederiz, gel" buyurdu.(Ebû Davud, Edeb, 92)Allah'ın Resulü, Hz. Âişe'ye (r.ah),"Ben senin bana kızgın olup olmadığını anlıyorum"dedi. Âişe (r.ah),"Nereden anlıyorsun?" dedi. Resûlullah î(s.a.v),"Benden hoşnut olduğunda, 'Muhammed'in Rabb'ine yemin ederim' diyorsun. Banakızdığında ise, 'İbrahim'in Rabb'ine yemin ederim' diyorsun." Bunun üzerineÂişe (r.a),"Doğru söylüyorsun! Fakat ben adını dilimde anmasam bile kalbimde anarım"karşılığını verdi. (Buhârî, Nikâh, 108, Edeb, 63; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 90) Bu örnekte hem gizli bir aşk hem de büyük bir edep vardır. Âişe annemiz (r.ah)bazı durumlarda fıtratına müdahale edemeyip kızgınlık haline girse de şerefli kalbi Resûl-i Ekrem'e (s.a.v) sevgi ve saygısını hiç kaybetmemiştir. Kızgın iken Efendimiz'in adını anmasa bile dedesi Hz. İbrahim'in (a.s) adını anardı. Başkası aklına gelmezdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v) hanımlarına, "Âişe hakkında beni üzmeyin! Zira Allah'a yemin ederim ki ondan başka hiçbirinizin yatağında bana vahiy gelmemiştir."derdi(Buhârî, Menâkıb, 62; Nesâî, Işretü'n-Nisâ, 3, 36; Ahmed, Müsned, 6/293)
Yüce Allah'ın haklarını en iyi bilen ve en güzel koruyanlar, halkın haklarını da o derece güzel korurlar. Aile reisine düşen görevlerden biri de hanımın hoşuna gidecek işler yapmak, onu sevindirmek, zaman zaman şakalaşmak ve onu rahatlatmaktır.Allah'ın Resulü bir seyahatte bulunuyordu. Yanında annelerimizden Hz. Ümme Seleme(r.ah) ile Hz. Safiyye (r.ah) bulunuyordu. Efendimiz (s.a.v) yolculukta da gecelerini hanımlarının yanında sırasıyla geçiriyordu. Sıranın Hz. Ümmü Seleme (r.ah) validemizde bulunduğu bir akşam vaktiydi. Efendimiz (s.a.v), Ümmü Seleme zannederek Safiyye validemizin (r.ah) devesine yanaşmış, gelmişken biraz eğlenmiş ve kendisiyle bir müddet konuşmuştu. Sonra sıranın onda olmadığını anlayınca, hemen Ümmü Seleme validemizin (r.ah) yanına geldi. Annemiz bu gecikmeden ve o konuşmadan rahatsız oldu. Kadınlık kıskançlığı tuttu ve öfke ile,"Sen ki Allah'ın peygamberisin, benim günümde nasıl o kadınla konuşuyorsun!"diyerek biraz serzenişte bulundu. Allah'ın Resulü, onun bu hızlı çıkışını birderece haklı buldu, kendisini mazur gördü ve sükût buyurdu. Onun bu sükûnet vetevazusunun peşinden Ümmü Seleme validemiz (r.ah) büyük bir üzüntü duydu,söylediklerine pişman oldu, Allah'tan affını istedi ve Efendimiz'e (s.a.v),"Yâ Resûlallah, beni böyle söylemeye kıskançlık sevketti; benim için Allah'tanaf isteyiniz!" (Ibn Sa'd, Tabakat, 8/76 (Beyrut 1997)) diyerek özür diledi.Evet, bazan aile arasındaki sıkıntılı durumlarda gösterilen azıcık sabır, birazhoşgörü ve bir anlık sükût, binlerce kelimeden hayırlı sonuç bir ateş korudur, buna bir de kıskançlık harareti eklenirse kor aleve dönüşür.Alevi sudan başkası söndüremez.
Nefis ateş, kalp su gibidir. Nefis kızınca harareti yükselir; ona kızgın birnefisle karşılık verilince ateşe ateş katılmış olur. Bu durumda iki nefis deazar ve kontrolden çıkar. Bu durumda ateşe biraz daha ateş atılmış, hararetinehararet katılmış olur. Allah korusun, ateş alevlenince nereyi yakacağıbilinmez. Bazan insan pireye kızar yorgani yakar; yorgan yanmış, pire kaçmış, adam ortada kalmış olur. Koca kızıp sesini yükseltince hanım susmayı tercih ederse koca daha fazla alevlenmeden söner. Fakat o da heyecanlanıp sesini yükseltirse bu defa bir adım geri atıp sükûneti tercih etmek kocaya düşer. Eğer koca hepten kontrolü kaybedip sesini yükselterek kadına üstün gelmeye çalışırsa kavga başlamış olur. Böyle bir kavgada sevinecek tek taraf vardır, o da şeytandır.Rahmet Peygamberi (s.a.v) bir gün ashabına, "Size cennetlik kadınların kimler olduğunu haber vereyim mi?" buyurdu. Ashap, "Buyrun, haber verin yâ Resûlallah" dediler. Efendimiz (s.a.v) bu saadeti hak eden kadınları şöyle tanıttı: "Onlar kocalarını çok severler. Onlara çocuk verirler. Bir kızgınlık anında veya kendisine kötü davranıldığmda ya da kocası ona kızdığında elini kocasının elinin üzerine koyar ve ona, 'İşte elim elinde; sen benden razı olmadıkça uyku uyumayacağım' der."(Taberânî, el-Kebîr, 19/140; el-Evsat, nr. 1764; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 4/312; Münzirî, et-Tergîb, nr. 2899)Böyle bir kadın karşısında eriyip yumuşamayacak ve kusurun biraz da kendisinde olduğunu söylemeyecek erkek çok azdır. Kocasına karşı tevazu gösterip sabırla bu formülü uygulayan kadının dünyası da âhireti de cennet olur. Böyle özür dileyen bir kadının özrünü kabul etmeyen ve ona hâlâ sert davranan erkeğin de hesabınıAllah görür.Bazan erkeği idare etmek evin hanımına düşer. En zor anlarda ondaki annelikşefkati ve sabrı yuvayı ayakta tutar. Koca ahlâk olarak çökmüş, maddî olarakiflas etmiş ve her yönüyle yardıma muhtaç hale gelmiş olabilir. Böyle birnoktada müslüman kadına büyük iş düşmektedir. O, iman, sabır ve vefa ile hemyuvasını kurtarabilir hem de bu büyük hizmetiyle cennet kadınları arasında yeralabilir. Tıpkı Hz. Peygamberin (s.a.v) kızı Hz. Zeyneb (r.ah) gibi.Hz. Zeyneb (r.ah), Efendimiz'in Hz. Hatice'den (r.ah) ilk kızıydı.Teyzesinin oğlu Ebü'l-Âs ile evlendirilmişti. Resûl-i Ekrem (s.a.v)peygamberliğini ilân edince, kızı Zeyneb (r.ah) müslüman oldu, fakat damadı eskidininde kaldı, müslüman olmaya yanaşmadı. Hanımı Zeyneb (r.ah) ona hak dinianlattı, kabulü için rica ve ısrar etti, ancak fayda vermedi. Medine'ye hicret edildi. Ebü'l-Âs karısı Zeyneb'in hicretine engel oldu, onu Mekke'de tuttu. Hz. Zeyneb (r.ah) iki acıyı birden yaşıyordu. Birincisi, kocası müşrik olarak kalmıştı, ikincisi de babası Hz. Muhammed'den ayrılmış, hicret edememişti. Bu ayrılık ciğerini dağladı. Sabretti; haline rıza gösterdi. Kocasının hidayete gelmesi için dua etti. Hicretin ikinci senesinde Bedir Savaşı oldu. Bu savaşa Ebü'l-Âs da katılmıştı. Müslümanlar onu esir alıp Hz. Peygamber'e (s.a.v) teslim ettiler. Esirler kendilerini serbest bıraktırmak için fidye vermeye razı oldular. Hz. Zeyneb (r.ah) kocasını kurtarmak için fidye olarak bir gerdanlık ile bazı şeyler gönderdi. Bu gerdanlık annesi Hz. Hatice'nin (r.ah) ona düğün hediyesi olarak taktığı kendi gerdanlığı idi. Allah Resulü bu gerdanlığı görünce tanıdı. Hz. Hatice'yi (r.ah) hatırladı, hüzünlendi, ağladı ve sahabelere, "İsterseniz bu esiri vereceği bir söz karşılığı bana bağışlayın, bu gerdanlığı da Zeyneb'e (r.ah) geri verin" teklifinde bulundu. Ashâb-ı kiram, "Baş üstüne" dediler. Ebü'l-Âs'tan Zeyneb'i (r.ah) boşayıp Medine'ye gönderme sözü alındı, gerdanlık geri gönderildi. Hz. Zeyneb (r.ah) anlaşma gereği Medine'ye geldi. Fakat gönlü kocasının hak dine girmesini ve yeniden yuvasına kavuşmasını istiyordu. Sabırla duaya devam etti. Nihayet hicretin yedinci senesinde kocası gönül hoşluğu ile müslüman oldu, Medine'ye geldi, Allah Resûlü'ne müslüman olduğunu bildirdi. Efendimiz (s.a.v) hem müslüman oluşuna hem kızının sevdiği kocası ile yuvasına kavuşmasına sevindi. Böylece bir sabır ve vefa örneği hanımın duası gerçekleşti. Hem kocası hem yuvası kurtuldu. Bu buluşmanın üzerinden bir sene geçti. Hicretin sekizinci senesinde vefa sahibi Hz. Zeyneb (r.ah) vefat edip cennetteki evine taşındı. (bk. Ibn Sa'd, Tabakat, 8/30-36)
Tövbe Etmeyen Terk mi Edilmeli? Günümüzde de buna benzer durumlar yaşanmaktadır. Karı-koca helâl haram düşünmeden bir hayat yaşarken, içlerinden biri tövbe edip helâl ve harama dikkat ederek yaşamaya çalışmaktadır. Bu durumda aile içinde ciddi sorunlaryaşanabilmektedir. Tabii olarak biri diğeriyle çelişmeye ve çatışmaya başlamaktadır. Şeytan bu durumu fitneye alet edebilir. Dikkat edimelidir. Bu sorunların çoğu sabır, iyi niyet, istişare, ikna, samimiyet ve dua ile çözülebilir. Hemen boşanmayı düşünmeye gerek yoktur. Hele yeni tövbe eden bir kocanın eski vaziyete göre yaşayan hanımına kötü kadın gözüyle bakması çok yanlıştır. Çünkü o hayatı beraber paylaşıyorlardı. İlk tercihleri öyleydi. Yanlış da olsa bunu güzel görüyorlardı. Şimdi ise Allah'ın rahmetiyle kalp uyandı, gönül gözü açıldı; haramlar içinde yaşanan aşkın güzel değil, ateş olduğu anlaşıldı. Fakat bunu anlayan tek taraf oldu. Bundan sonra ona düşen iş, Hz. Zeyneb (r.ah) gibi sevdiği hayat arkadaşını güzele, edebe, cennet yoluna çekmek için sabırla çabalamak olmalıdır. Bu da ayrı bir ibadet çeşididir. Bunun için alışkanlığın hemen terk edilemeyeceği bilinmelidir. Konuşarak ikna yoluna gitmelidir. Kalbin yüce Allah'ın elinde olduğuna ve onu istediği yöne çevireceğine inanmalıdır. Bunun için duaya sarılmalı ve sabırla devam etmelidir. Sonuç -inşallah- hayırlı olacaktır.Rahmet Peygamberimiz (s.a.v) mümin bir kadının temel görevlerini ve kocası ile anlaşamadığı zaman yapacağı işi şöyle belirtmiştir: "Allah'a inanan mümin bir kadının, kocasının istemediği kimseyi izin verip evine alması helâl değildir. Yine kocası istemediği halde ondan izinsiz dışarı çıkması, kocası hakkında olumsuz şeyler söyleyen bir kimseye itaat etmesi, kocasının yatağını terketmesi, kocasını dövmesi de helâl değildir. Kadın kocası ile çekiştiğinde kocası kendisine bir taşkınlık ve haksızlık ederse gelip kocasıyla barışsın ve onu razı etmeye çalışsın. Eğer koca onun sözünü kabul eder ve barışırsa ne güzel! Allah bu kadının özrünü kabul eder ve yüzünü ağartır. O gerekeni yapmış olur, kendisine bir günah yazılmaz. Fakat koca razı olmaz ve barışmazsa kadının yapacağı bir şey kalmamıştır; o Allah katında mazurdur; vebal kocaya aittir."(Hâkim, Müstedrek, 2/190; Taberânî, el-Kebîr, 20/62, 106; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 4/313)Aile reisine düşen görevlerden biri de hanımın hoşuna gidecek işler yapmak, onu sevindirmek, zaman zaman kendisiyle şakalaşmak ve onu rahatlatmaktır. Bu onun sıkıntılarını giderir, öfkesini dindirir, üzüntülerini azaltır, yorgunluğunu alır ve kendisine çalışma zevki verir. Rahmet Peygamberimiz de (s.a.v) böyle yapıyordu. O yüksek derecesine rağmen, ev halkının seviyesine inerek kendileriyle şakalaşıyordu. Bunu onlar için bir hak görüyordu. Bunun için tevazu gösteriyor, herkese derece ve seviyesine uygun davranıyordu. Aşk budur, edep bunu istiyor, dinimiz de bize bunu emrediyor. Sert, kaba ve asık suratlı insanı ne halk sever ne de Cenâb-ı Hak sever.