Zoroastrianizm ya da Zerdüştçülük ve inanç sisteminde önemli yer tutan ateş kültünden dolayı “Ateşperestlik” olarak da adlandırılan Mecusilik, Eski İran kökenli bir dinsel gelenektir. Bu inanç sistemi büyük ölçüde bağlılarını kaybetmiş olsa da Mecusilik bugün hâlâ yaşayan bir din olarak varlığını devam ettirmektedir. İran’da yaşayan Gabarlarla Hindistan ve dünyanın çeşitli bölgelerinde varlıklarını sürdüren Parsiler, Mecusi geleneğinin temsilcileridirler.
Mecusi ismi, Eski İran geleneğindeki bir toplumsal sınıfı ifade eden Mecuş’tan gelmektedir. Persler döneminden itibaren bu yönetici-rahip sınıf mensupları, başta Anadolu olmak üzere çeşitli bölgelerde oluşturulan kolonilerde yerleşmişler ve onların temsil ettiği inanç sistemi zamanla yerli halk tarafından Mecusilik olarak adlandırılmaya başlanmıştır.
KURUCU ŞAHSİYET: ZERDÜŞT
Zerdüşt’ün yaşadığı zaman konusunda çeşitli tartışmaların varlığı bilinmektedir. Zerdüşt’e atfedilen Gathalardaki ifadelerle Vedalar arasındaki benzerlikten hareketle bazı günümüz araştırıcıları Zerdüşt’ün MÖ 1600-1400 arasında yaşamış olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadırlar. Diğer taraftan yaygın İran geleneği Zerdüşt’ün Büyük İskender’in İran Seferinden (MÖ 258) 258 yıl önce yaşamış olduğunu var saymaktadır. İran kaynakları Zerdüşt döneminde onun öğretilerine tabi olan kral Viştaspa’dan bahsetmektedir. Viştaspa’nın Büyük Darius’ün babası olan Histaspes ile aynı kişi olduğu kabul edilirse Zerdüşt MÖ 7.- 6. yüzyıllarda yaşamış olmalıdır. İran geleneğinde Zerdüşt 77 yıl yaşamıştır. Bu durumda onun MÖ 630/628 – 553/551 yılları arasında yaşamış olduğu söylenebilir.
Genelde Zerdüşt’e atfedilen Gathalardaki sınırlı bilgiler dışında Zerdüşt’ün yaşamıyla ilgili fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Zerdüşt’ün annesi Dugdova, babası ise Poyruşaspa’dır. Babasının bir rahip olduğu söylenir. Yirmi yaşlarında evlenen Zerdüşt’ün bu evliliğinden İşatyastra adındaki bir oğlu ve üç kızı olmuştur. Mecusi kaynaklarına göre çocukluğundan itibaren sürekli bir arayış içerisinde olan Zerdüşt, 20 yaşına geldiğinde önemli değişikler yaşamaya başlamış; sık sık dağlara ve ıssız yerlere çekilerek inziva yaşantısı sürmeye çalışmıştır. 30 yaşındayken, ibadet amacıyla nehirden su alıp çıkarken aniden kıyıda Tanrının meleği Vohu Manah kendisine gelmiştir. Vohu Manah ona bu ilk karşı- laşmada ilk vahiyleri iletmiş ve kendisini ruhsal olarak Ahura Mazda’ya götürmüştür. Bu vahiy tecrübesini ileride diğerleri izlemiş ve Zerdüşt, yaşadığı dönemin çoktanrıcılığına karşı tek tanrı inancına dayalı bir öğretiyi insanlara yaymakla görevli olan bir elçi olarak faaliyetlerine başlamıştır.
Faaliyetlerinin başlarında Zerdüşt’ün fazla başarılı olmadığı; aksine içinde yaşadığı toplum tarafından tepkiyle karşılandığı anlatılmaktadır. Öyle ki otuz yaşındaki ilk vahiy tecrübesinden sonra başladığı inancı yayma çabalarında ilk on yıl içerisinde yalnızca kuzenini kendisine inandırabilmiş olduğu söylenmektedir. Bunun üzerine o, bulunduğu bölgeden ayrılarak daha doğudaki kral Viştaspa’nın ülkesine göç etmiş ve orada çalışmalarını sürdürmüştür. Bu yeni yerleşim merkezinde Viştaspa’nın, Zerdüşt’ün öğretilerini kabul etmesi yeni din için tam manasıyla bir dönüm noktası olmuştur. Zerdüşt, kral Viştaspa ile yakın ilişkiler kurmuş ve onun maiyetiyle birlikte dine girmesini sağlamıştır. Bundan başka o, kraliyet hanedanıyla akrabalık ilişkileri de kurmuş ve kız kardeşini kralın danış- manlarından biriyle evlendirmiştir. Kendisi de kralın bir diğer danışmanının kızıyla evlenmiştir. Böylelikle Viştaspa’nın yanında güçlü bir yer edinen Zerdüşt, inanç sisteminin yayılması için yoğun bir çabaya koyulmuştur. Bu savaşların birisinde komşu Turanlıların Viştaspa’yı ve ordusunu yenmesi bir bakıma Zerdüşt’ün de sonu olmuş ve bu savaşta ölmüş ya da öldürülmüştür.
Zerdüşt’ün yaşamına ait Mecusi kaynaklarında –özellikle de sonraki dönemlere ait Pehlevice metinlerde- birçok menkıbe anlatılmaktadır. Buna göre örneğin annesi 15 ya- şındayken Zerdüşt’e mucizevî şekilde hamile kalmıştır. Onun doğumuna bütün âlem sevinmiş, yeryüzünü neşe kaplamış ve insan şeklinde serbestçe dolaşan şeytanlar yeraltına kaçmışlardır. Yine buna göre Zerdüşt gülerek doğmuş, yüce tanrı Ahura Mazda ile konuş- muş, Ehrimen’den yüz çevirmiş ve kutsal ateşi bulmuştur. O, rahiplik, savaşçılık, çiftçilik, tabiplik ve sanatta da eşsiz bir üstünlük göstermiştir.
TARİHSEL GELİŞİMİ
Mecusiliğin tarihsel gelişimini birkaç dönemde ele almak mümkündür. Zerdüşt’le başlayan ve tek tanrı Mazda tapıcılığını ön plana çıkaran ilk inanç dönemi monoteizm içeren bir dönemdir. Bu dönemde çok tanrıcılığa ve pagan kült ve ritüellere karşı çıkılmış; peygamber Zerdüşt’ün yüce tanrı Ahura Mazda’dan aldığı vahiyler doğrultusunda öğretiler savunulmuştur. Bu dönemde din evrensel boyutta yayılma temayülü göstermiştir. Özellikle Daryüs zamanında İran sınırları dışında Anadolu ve Avrupa’da Zerdüştçülük yayılmaya çalışmıştır. Bu döneme ait bazı İranlı krallar Kitabı Mukaddes’te de geçmekte, örneğin kral Cyrusi tanrının “çobanım” ve “mesihim” iltifatına mazhar birisi olarak İşaya kitabında anılmaktadır (İşaya 44:28, 45:1). Ahura Mazda’nın tek tanrı olarak ön plana çıktığı bu monoteist dönemdeki dinsel yapı aynı zamanda Mazdaizm olarak da adlandırılır.
Persler zamanında Zerdüştçülüğün yayıldığı geniş alanlarda Zerdüşt’ün öğretilerinden yer yer ayrılmış olan bazı heretik ekollerin ortaya çıktığı görülür. Ahemenidler dö- neminde imparatorluğun Batı bölgelerinde kurulan ve Hıristiyanlığın başlangıcına kadar varlığını sürdüren çeşitli kolonilerin rahip sınıfı olan Magianlar (Mecuş) bunlar arasındadır. Yunan kaynaklarında Zerdüştçülüğün Ortodoks olmayan taraftarları diye tanımlanan Magianlar, Zerdüşt’ün öğretileriyle yaşadıkları bölgenin inanç ve gelenekleri arasında senkretik bir yapı oluşturmuşlar ve daha çok astroloji ile uğraşmışlardır.
Sasaniler döneminde Mecusilik düalist yapısıyla dikkati çeker. Bu dönemde iyi ve kötü düalizmine dayalı teolojik doktrinler genel kabul görmeye başlamış ve Mecusiliğin sözlü geleneği yazıya geçirilmeye çalışılmıştır. Bu dönemde, özelikle MS 272’de imparatorluk başrahibi Kartir’in göreve gelmesiyle Mecusilik resmi din ilan edilmiş ve imparatorlukta yaşayan diğer din mensuplarına yönelik bir takibat başlatılmıştır. Yine bu dönemde Mecusilik Sasanilerin siyasal ve askeri gücüne paralel olarak İran dışında Irak, Bahreyn, Umman ve Yemen gibi bölgelerde yöneticilerin dini olarak da yayılmış, hatta Batı Hindistan ve Çin’de de Mecusi topluluklar oluşmuştur
Sasanilerin yıkılması ve İran’ın İslâm egemenliğine girmesiyle birlikte Mecusilik hızla gerileme sürecine girmiştir. Müslüman yöneticiler Mecusilere Zımmi muamelesi yapmıştır. “Onlara Ehli Kitab gibi muamele yapın” diyen Hz. Muhammed’in bizzat kendisi Yemen ve Hecer Mecusilerine bu muameleyi yapmıştır. Hz. Muhammed, onların kadınlarıyla evlenmemek ve kestiklerini yememek kaydıyla cizyeye bağlanmasına izin vermiş- tir. Emeviler ve Abbasiler döneminde zaman zaman Mecusilere karşı takibatlar yapılmış, ateşgedeler yıkılmış ya da mescide dönüştürülmüştür. Nitekim Mecusilerin bazıları İran dışına, özellikle Hindistan’a göç etmek durumunda kalmışlardır. 1600’de Parsi rahip Bahman tarafından yazılan Kıssa i Sancan’a göre, Müslümanların İran’ı fethi üzerine yaklaşık 100 yıl dağlarda saklanmış olan Mecusiler, daha sonra İran körfezini geçerek Hindistan’ın batı sahilinde bulunan Gujerat’a gelmiş ve buradaki yöneticilerin, dinsel inançlarını açıklamak, silah taşımamak, yerel Hint elbiseleri giymek ve evlilik törenlerini akşamları yapmak şartlarını kabul ederek yerleşmişlerdir. Yeni yerleşim bölgelerinde Parsîler (Parsîk) olarak tanınan Mecusiler, zamanla yerel kültür ve geleneklerden etkilendiler. 18. yüzyılda kaleme alınan Kıssa i Zarduştan i Hindustân’a göre, Gujerat Parsi toplumu zamanla farklı yerleşim merkezlerinde müstakil cemaatler halinde gelişmiş ve böylelikle her biri bir rahip grubunun idaresi altında olan 5 ana bölgeye (panth) ayrılmıştır: Sancaralar, Bhagaryanlar, Godavralar, Bharuchalar ve Khambattalar.
İslâmi dönem Mecusi dinsel literatürünün derlenmesi açısından da önemlidir. MS 9. yüzyılda Denkard, Bundahişn, Pendname i Zartuşt ve Datistan i Menok i Hrat gibi Pehlevice metinler derlenmiştir. Yine bu dönemde çeşitli Mecusi ekolleri de ortaya çıkmıştır. Örneğin Şehristani, Mecusilerin Keyûmartiyye, Zurvaniyye, Zarâdaştiyye ve Seneviye gibi fırkalarından, Abdulkahir el-Bağdadi ise Zervaniyye, Messihiyye, Hurremdiniyye ve Bihaferidiyye gibi ekollerinden bahseder.
Zerdüşt hayattayken, inancını Tacikistan ve Belucistan’ı da içine alan Harezm bölgesinde yayma fırsatı bulmuştur. Zerdüşt’ün ölümü sonrası ise onun öğretileri İran genelinde hızla yayılmaya başladı ve kısa zamanda İran’ın yaygın dini haline geldi. Yeni dinin sağladığı dinamizmi de arkasına alan Daryüs, imparatorluk sınırlarını hızla genişletti. Özellikle Perslerin Asur ve Babil imparatorluklarının mirasına konmasıyla Zerdüştçülük buralarda da yayılmaya başladı. İlerleyen dönemde Hindistan’dan Anadolu ve Avrupa’ya, Horasan bölgesinden Arap yarımadasına kadar oldukça geniş bir bölgede taraftar edinen yeni din, doğal olarak yavaş yavaş kendi özgün teolojik doktrinlerini kaybetmeye ve yayıldığı bölgelerin yerel inanç ve gelenekleriyle kaynaşmaya başladı. Farklı yerel geleneklerle bu karşılıklı temas ve birbirinden etkileşim süreci, sonunda, Zerdüşt’ün öğretilerinin irtibatta olunan geleneksel dinler ve kültürler çerçevesinde yorumlanarak Zerdüştçülüğün senkretik bir dinsel gelenek şeklinde ortaya çıkmasını sağladı. Örneğin bu süreçte, Zerdüşt ve ilk taraftarlarının politeizmle mücadele kapsamında karşı çıktıkları ve ortadan kaldırılmasına çalıştıkları eski İran’ın Mitra kültü yeniden adapte edildi; ışık ve güneş tanrısı Mitra Zerdüştçü öğretilere uyarlandı. Mitra kültünü ön plana çıkaran Mitraizm, Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında Roma imparatorluğunda da kendisine önemli ölçüde taraftar buldu. Günümüz Mecusileri büyük oranda Hindistan’da ve başta ABD ve Kanada olmak üzere çeşitli Batı ülkelerinde yaşamaktadır. 20. yüzyılda önemli miktarda Parsi başta İngiltere ve Kanada olmak üzere çeşitli ülkelere göç etmişlerdir. Günümüzde Parsi diyasporası yaygın olarak Londra’da bulunmaktadır. Bütün dünyadaki Parsilerin toplam sayısı ise 100.000 civarındadır
AVESTA
Mecusiliğin kutsal metni Avesta’dır. Birkaç ana bölümden oluşan Avesta’nın bölümleri; Yasna, Visperad, Yaşt, Videvdat (Vendidat) ve Hurda Avesta (Küçük Avesta) olarak adlandırılır. Bu bölümler arasında en eski metinler 72 kısımdan oluşan Yasna’da bulunur. Yasna’nın 16 kısmı, geleneksel olarak Zerdüşt’ün kendisine atfedilir ve bunlar Gathalar (ilahiler) diye adlandırılır.
Mecusi geleneği orijinal Avesta’nın, kral Viştaspa tarafından 12.000 öküz derisi üzerine altın mürekkeple yazıldığını (ya da yazdırıldığını) ve bunun iki nüshasından birisinin Şiz kraliyet hazinesine, diğerinin ise Stakhr arşivine konulduğunu kabul eder. Bu inanışa göre, Stakhr nüshası Büyük İskender’in İran’ı istilası esnasında (MÖ 4. yüzyılda) çıkan yangında yok olmuş; Şiz nüshası ise ele geçirilerek Yunancaya çevrilmiştir. Bu orijinal Avesta metninden ancak üçte birlik bir kısım hafızalarda kalarak sonraki dönemlere aktarılmıştır. Yine geleneğe göre, yazılı fragmentleriyle hafızalarda kalan sözlü malzemeden hareketle Avesta’nın yazılı bir nüshasının derlenmesi çalışmaları Arsakid kralı Valkaş (MS 51-75) ve Sasani hanedanının kurucusu Ardeşir Papakan (MS 226-241) tarafından başlatılmış; neticede kral II. Şapur (MS 310-379) döneminde derleme tamamlanmıştır. Diğer taraftan yapılan araştırmalar ise, elimizdeki yazılı Avesta metninin MS 4. yüzyıl öncesine gitmediğini göstermektedir.
Avesta, muhtevası itibarıyla MÖ 7. yüzyıl ile MÖ 4 veya 3. yüzyıl arası bir dönemi kapsamaktadır. Sasaniler dönemiyle ilk İslâmi dönemlerde birçok Pehlevice metin yazılmıştır. Mecusi rahiplerince yazılan ve adeta Avesta’nın yorumu olan bu metinler, genel olarak Zend adıyla adlandırılmaktadır. Bu metinler, genellikle Sasanilerin son yüzyıllardaki teolojik görüşlerini yansıtırlar. Pehlevice metinlerin çoğu ise MS 9. yüzyıla aittir. Bunlar arasında Avesta’nın kayıp kitaplarının bir özetiyle Zerdüşt’e dair çeşitli efsanelerin yer aldığı Denkard ile evrenin yaratılışıyla ilgili kozmogonik bir metin olan Bundahişn oldukça önemlidir.
İNANÇ ESASLARI
Mecusiler, inanç sistemlerinin tarihin en eski hatta ilk evrensel tektanrıcı dinsel geleneği olduğunu sıkça vurgularlar. Örneğin Mecusiliğin günümüzde Hindistan’daki temsilcisi olan ve buradan dünyanın çeşitli ülkelerine göç ederek diyaspora yaşantısı süren Parsiler,
Mazdayasna olarak adlandırdıkları yüce varlık Ahura Mazda’nın her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten tek rab olduğu inancına sahiptirler. Ayrıca onlar Zerdüşt’ün peygamberliğine, vahye, ruhun ölümsüzlüğüne, haşre, hesaba ve öte dünya (cennet ve cehennem) yaşantı- sına da inanırlar.
Bununla birlikte tanrı inancı açısından tarihin çeşitli dönemlerinde monoteizmden politeizm ve düalizme kadar farklı inanç özellikleri Mecusi geleneğinde kendisini göstermiştir. Örneğin Gathalarda gözlemlenen erken dönem Mecusiliğinde, evrensel bir monoteizm dikkati çekmektedir. Peygamber Zerdüşt, başlangıçtan beri var olan bir tek üstün gücün, Ahura Mazda’nın üstünlüğünü savunmuştur. Ahura Mazda her şeyi bilen, mutlak iyi ve mükemmel olan tanrıdır. Bu düşüncesiyle Zerdüşt, yaşadığı dönemde İran’da yaygın olan naturalistik politeizmi reddetmiş; politeist gelenek içerisinde oldukça önemli olan Mitra gibi tanrısal varlıklara inanç sisteminde yer vermemiştir.
Zerdüşt bütün varlıkların Ahura Mazda’dan zuhur ettiğine inanmaktaydı. O, var olu- şun başlangıcını yüce tanrıdan zuhur eden ya da onun tarafından yaratılan 7 asli ilahi varlıkla açıkladı. Ahura Mazda öncelikle kendisinin kutsal ruhu Spenta Mainyu ile diğer 6 ilahi varlığı yarattı. Ameşa Spenta (kutsal ölümsüz) olarak da adlandırılan bu altı yüce varlık; Vohu Manah (iyi düşünce), Aşa Vahişta (iyi gerçek), Spenta Armaiti (iyi sadakat), Khşatrha Vairya (cazip hükümranlık), Haurvatat (bütünlük) ve Ameratat (ölümsüzlük) tür. Bu ilahi varlıklar, aynı zamanda Bilge Rab Ahura Mazda’nın soyut veçheleri olarak da görülürler. Bunlardan sonra ise diğer ilahi varlıklar, yani Apam Napat, Sraoşa, Aşi ve Geuş Urvan gibi varlıklar var olmuştur. Bu diğer ilahi varlıklar Yazatalar ya da “tapınmaya değer varlıklar” olarak da nitelenir. Adeta bir südûr süreciyle Ahura Mazda’dan tezahür eden bütün bu ilahi varlıklar bir bakıma yüce tanrıyı çevreleyen melekler konumundadır.
Zerdüşt, iyilikle (aşa) kötülüğün (drug) metafizik boyutta değil ahlaki boyutta var olduğunu düşünmüş ve kendisinden tezahür eden varlıklar içinden kötülüğe ve yalana yönelişler nedeniyle kötülüğün ortaya çıktığına inanmıştır. Kötülük ve yalana rağbet eden ruhlar, Ahura Mazda’nın düşmanları olarak görülmüştür. Kötü olan ruhlar arasında en başta geleni Angra Mainyu’dur. Kötü karakterli ruhlara verilen genel bir ad olarak Daevalar (devler) terimi kullanılmıştır. Diğer taraftan Ahuralar ismi ise, hakikati yani Aşa’yı tercih eden ve doğru karakter taşıyan ruhlar için kullanılmıştır.
Zerdüşt’ün kurmaya çalıştığı bu tek tanrıcı inanç sistemi fazla başarılı olamamış; doğa tapınmacılığına dayalı Mitraik politeist geleneği tam anlamıyla alt edememiştir. Öyle ki Ahemenidler döneminde yüce tanrı Ahura Mazda ön plana çıkarılmış; fakat sonradan Baga diye bahsedilen diğer tanrısal varlıklardan da vazgeçilmemiştir. Böylelikle Zerdüştçü rahipler, vaaz ve dinsel uygulamalarında Zerdüşt tarafından bahsedilen meleksi ilahi varlıklarla birlikte geleneksel İran politeizminin Mitra ve Anahita gibi tanrısal varlıklarına da yer vermişlerdir. Ayrıca sonraki döneme ait kaynaklarda Ahura Mazda’nın karılarından bahsedilmiş; bundan başka o, Vohu Manah ve Armaiti’nin babası olarak nitelenmiştir.
Sonraki dönemlerde Zerdüştçüler arasında kötülük problemini açıklama konusunda bazı kesimlerce monist yaklaşımlar tercih edilmeye başlandı. Aslında iyi ve kötü talihin dağıtıcısı olarak kaderin efendisi ve zamanın kaynağı olan ilahi varlık olduğuna inanılan Zürvan’ın, yani zamanın ezeli ve ebedi bir güç olarak her şeyi var ettiği düşüncesinden hareketle iyi ve kötü karşıtlığının metafizik düzlemdeki temsilcileri olarak kabul edilen Ahura Mazda (Ohrmazd) ile Angra Mainyu’nun (Ehrimen’in) Zürvan tarafından yaratılan iki kardeş oldukları ileri sürüldü. Böylelikle Zürvanist monizm, geleneksel Mecusi düalizmi öncesi Zerdüştçüler arasında heretik bir akım olarak ortaya çıktı.
Mecusiliğin dikkat çekici özelliği olarak bilinen Ahura Mazda ile Angra Mainyu düalizmi ise Sasaniler dönemi ve sonrası ortaya çıkmıştır. Her ne kadar daha önceki dönemlerde de düalizmin referansı olabilecek inanç ve düşünceler var idiyse de Mecusi düalizminin sistematize edilmesi bu dönemde olmuştur. Pehlevice Mecusi metni Bundahişn bu düalizme dayalı var oluşu açık bir şekilde anlatır. Buna göre başlangıçtan itibaren iki asli tanrısal varlık vardır. Bunlardan Ohrmazd, kudret ve iyiliklerle çevrili ışık dünyasında yaşıyor; Ehrimen ise karanlıklarla çevrili olan derin çukurlarda kana susamış bir halde yaşıyordu. Her iki tanrısal varlık da kendi alemlerinde bir dizi yaratma eylemi gerçekleş- tirdiler. Böylelikle Ohrmazd, zamanı, ilahi varlıkların özünü, Ameşa Spenta’yı ve diğer ilahi varlıkları yarattı. Ehrimen de benzer şekilde kendi ruhsal varlığıyla 6 kötü varlığı ve diğer kötü/şeytani varlıkları yarattı. Sonra Ohrmazd dünyayla ilgili olarak göğü, suyu, yeri, bitkileri, sığırı ve insanı yaratırken; Ehrimen canavarları ve benzeri kötü varlıkları yarattı. Görüldüğü gibi bu düalizmde, her ikisi de yaratılmamış olan, bütün iyiliklerin yaratıcı ve sorumlusu bir iyi tanrı ile bütün kötülüklerin yaratıcısı ve sorumlusu bir kötü tanrının varlığı esas alınmakta; bu iki güç ve onlara bağlı Aşa ile Drug arasında çetin bir mücadelenin var olduğu kabul edilmektedir.
Ahura Mazda yaratmayı iki aşamada tamamlamıştır. O, önce her şeyi ruhsal (menog) sonra da maddi (getîk) olarak var etmiştir. Varlıkların maddi olarak ortaya çıkmasıyla iyi-kötü savaşı aktif hale gelmiştir. Öyle ki Mecusi inancına göre, Ehrimen metal alemini yararak su yoluyla yeryüzü dünyasına çıkmış, buradaki bazı bölgeleri çöle çevirmiş, Ahura Mazda tarafından yaratılan ilk insan ile boğayı öldürmüş ve kutsal ateşi duman ile kirletmiştir.
Mecusilikte yeryüzüyle ilgili yaratılış Ahura Mazda’dan südûr eden 7 asli varlıkla da ilişkilendirilir. Bu asli varlıklardan Vohu Manah sığırın, Aşa Vahişta ateşin, Khsatra Vainya metallerin, Spenta Armaiti yeryüzü tabakasının yani toprağın, Ameretat bitkilerin, Haurvatat ise suyun efendisi olarak görülür. Son olarak insanın ise Ahura Mazda’nın ruhsal varlığı olan Spenta Mainyu’nun koruması altında olduğuna inanılır.
İnsanın yaratılışı konusunda Mecusilik, Ahura Mazda’nın önce ilk prototip insan olan Gayomart’ı yarattığını düşünür. Gayomart, Ahura Mazda ile Spendarmat’ın yani yeryüzü- nün oğlu olarak tanımlanır. Daha sonra öldürülen Gayomart’ın tohumları/zürriyeti yeryüzüne dökülmüş ve bundan Adem’le Havva’ya tekabül eden ilk insan çifti olan Maşye ile Maşyâna doğmuştur
Mecusilikteki düalizm, kozmolojik bir düalite içermez; ahlaki düzlemdeki bir düalizmdir. Mecusilikte tanrı tarafından yaratıldığına inanılan kainat ve bunun parçası olan yeryüzü kötü değildir. Dolayısıyla bu açıdan Mecusiliğin düalizmi Sabiilkteki düalizmden ayrılır.
Mecusilikte kozmik zaman tıpkı Sâbiîlik ve Maniheizmde olduğu gibi üç döneme ayrı- lır. Bunlardan ilk zaman yaratılış dönemini içermektedir. Tanrı yeryüzünü, yeryüzündeki varlıkları, insanı ve yaratıcı iyiliğin sembolü olan boğayı bu dönemde yaratmıştır. İkinci zamanda kötü tanrı Angra Mainyu’nun saldırısı gerçekleşmiş ve ondan kaynaklanan kö- tülük yeryüzüne karışmıştır. Bu İkinci dönem iyilikle kötülük arasındaki aktif mücadele dönemidir. Bu dönemde insan, Angra Mainyu ve beraberindeki Daevalar ve diğer karanlık güçlere karşı Ahura Mazda’ya Ameşa Spentalara ve diğer iyi güçlere (Yazatalara) yönelerek korunup kurtulabilir. Bu dönemin sonunda iyilikle kötülük arasında son bir savaş yapılacak ve kötü güçler alt edilecektir. Üçüncü ve son dönem ise kötülüğün yok edileceği ve adeta yeniden ilk döneme dönüleceği restorasyon ya da iyilikle kötülüğün birbirinden ayrılma dönemidir. Kötülüğün egemenliğinin ebediyen ortadan kalkacağı bu dönemde insanlar ebediyen mutlak iyilik içinde yaşayacaklardır.
Mecusilikte dünyanın gidişatı, var oluştan kıyamete kadar süre açısından birbirine eşit dört devre ayrılır. Toplam 12.000 yıllık bu dört devirden sonuncusunda Zerdüşt peygamber olarak yeryüzüne gönderilmiştir. Zerdüşt, Gathalarda kendisini Manthra, yani peygamber olarak tanımlamıştır. Aynı nitelemeyi Zerdüşt sonrası yaşayan bazı Mecusi ileri gelenleri de kendileri için yapmışlardır. Dolayısıyla Mecusilikte peygamberliğin Zerdüşt sonrası da devam edeceğine inanılmaktadır. Dördüncü dönem ahir zamana tekabül etmektedir. Bu zamanın sonlarına doğru kurtarıcı Saoşyant gelecektir. Zerdüşt’ün soyundan olan ve bir bakireden doğacağına inanılan Saoşyant’la yeryüzünde iyiliğin egemenliği tekrar tesis edilecektir.
Ölüm sonrası ruh, ilahi aleme, sırasıyla yıldızları, ayı ve güneşi geçerek ulaşmak durumundadır. Ayrıca ruh, dünyada sergilemiş olduğu inançlar ve davranışlar açısından sorgudan geçirilir. Sraoşa, Mitra ve Raşnu tarafından yapılan bu sorgulamada kişinin amelleri bir terazide tartılır. Bu terazi adeta bir köprü gibidir. Şayet kişinin iyilikleri ağır basarsa Çinvat adı verilen bu “ayrışma köprüsü” genişler ve kişi oradan yukarıdaki cennete gider. Ama günahları ağır basarsa o zaman da köprü adeta bir bıçak ağzı gibi daralır ve kişi aşağıdaki cehenneme düşer. Bedeninden ayrılarak cennete giden ruhlar orada güzel bir kız suretindeki kendi eşiyle buluşup birleşir. Zira Mecusi inancına göre yeryüzündeki her canlının ilahi alemde bir sureti ya da eşi vardır. Fravaşi öğretisi olarak da bilinen bu inanca göre, yeryüzündeki maddi varlık geçicidir; aslolan ruhun ilahi alemdeki bedeniyle birleşmesidir. Cehennem bir arınma yeridir; Angra Mainyu tarafından yönetildiğine inanılan bu mekanda arınan ruhlar da sonra cennete gideceklerdir. Zamanın sonunda metal eriyiğinden oluşan bir nehir dünyaya akacak ve herkes bu nehirden geçmek zorunda olacaktır. Bu nehir, iyiler için adeta ılık bir süt gibi olacak kötüleri ise yok edecektir. Nihayet bu nehir cehenneme de dökülecek ve oradaki Angra Mainyu’yu da yok edecektir.
Mecusilikte önemli bir kült objesi olan ateşle ilgili inanışlar ve uygulamalar oldukça önemlidir. Yedinci yaratılışla özdeşleştirilen ve ilahi varlıklardan Aşa Vahişta tarafından korunduğuna inanılan ateş, tanrı tarafından yaratılan saf, temiz ve iyi bir varlık olarak görülür. Bu nedenle erken dönemlerden itibaren ateş Mecusi tapınaklarında önemli bir yer tutar. Özellikle Sasaniler döneminde ortaya çıkan ikonaklazm hareketinde tapınaklardan temizlenen tanrı suretlerinin yerini kutsal ateş almış ve ateşin ibadet esnasında kullanımı yaygınlaşmıştır. Ateş motifi eski İran paralarında da kullanılmıştır. Mecusilikte ateş bir tapınma objesi ya da bir tanrı değildir; tanrısal saflığın, temizliğin ve iyiliğin bir sembolüdür. Bu nedenle Mecusilikte ateşle ilgili temizlik kurallarına riayet etmek oldukça önemlidir. Örneğin ateşe çöp ve benzeri kirli/pis şeyler atılmaz, ateş kirletilmez. Ateşte kullanılan yakıtların temiz ve kuru olmasına özel bir itina gösterilir.
Mecusi tapınaklarında farklı kategoride sınıflanan ateşler de vardır. Bunlardan Ataş Vahram (Bahram) tapınakta 24 saat yakılı tutulan önemli bir kutsal ateştir. Bunun dışında önem açısından daha alt derecede olan çeşitli ateşler de bulunmaktadır. Tapınakta yanan ateş; tapınaktaki özel bir bölmede bir yükselti üzerinde bulunan bir kap (Ataş-dan) içinde bulunur. Kutsal ateşin önünde yapılan dualar esnasında rahipler, nefeslerinin ateşi kirletmemesi amacıyla yüzlerinde peçe benzeri beyaz bir örtü bulundururlar.
Mecusiler ateşe tapmazlar, zira Mecusilikte ateş bir tapınma objesi ya da bir tanrı değildir, tanrısal saflığın, temizliğin ve iyiliğin bir sembolüdür. Dolayısıyla Mecusiler için kullanılan Ateşperest (Ateşe tapacı) ismi gerçeği yansıtmamaktadır.
TEMEL İBADETLERİ
Mecusiliğin ahlak sistemi özünü “humuta, hukhta, huvarşta” yani iyi düşünce, iyi söz ve iyi davranış esasına dayalıdır. Beş vakit dua Mecusiliğin günlük ibadetleri arasında oldukça önemlidir. Güneş doğarken, öğlen tepedeyken, öğleden sonra, güneş batarken ve gece olmak üzere bu beş vakitte her Mecusi güneşe, ışığa ya da ateşe dönerek dua okur. Dua öncesi İslâmdaki abdeste benzer bir temizlenme ibadeti yapılır. Bunun için öncelikle yüz, sonra eller ve ayaklar yıkanır; bu arada kutsal kuşak (kutsi) çözülür. Dua esnasında yeniden bu kuşak bağlanır.
Doğum, evlilik ve cenaze törenleri dini olaylar olarak değerlendirilir. Doğum sonrası bebek tapınağa götürülür ve rahip tarafından ağzına kutsal hom suyu verilir. Evlilik (nikah) törenini de rahip yönetir.
Mecusilikte her çocuk 15 yaşına geldiğinde kendisi için bir çeşit dine giriş (inisiyasyon) töreni sayılabilecek bir tören düzenlenir. Navcot olarak adlandırılan bu törende çocuklar dualarla dini elbiseler giyinip, kutsal kuşak Kusti’yi takarlar. Üç kez bele dolanan ve önden ve arkadan bağlanan bu kuşağı erkek ve kadın dindar Mecusiler her zaman bağlarlar.
Mecusilikte yılın çeşitli aylarına dağılmış vaziyette bir dizi kutsal gün ve bayram bulunmaktadır. Yıllık olarak kutlanan 7 büyük bayramdan en önemlisi No Ruz (Nevruz) adı verilen yeni yıl bayramıdır. No Ruz tabiatın dirilişi anısına kutlanan bir çeşit bahar bayramıdır. Güneş takviminin ilk ayı olan Fervardin’in ilk gününde (21 Mart) bahardaki gündüz-gece eşitliği döneminde kutlanmaya başlanan Nevruz efsanevi İran kralı Cemşid’le ya da Zerdüşt’le ilişkili olarak görülür. Nevruz ateşin efendisi Aşa Vahişta’ya atfedilmiştir. Nevruz kutlamalarında sonbaharla birlikte yeryüzünden ayrılan bitkilerin ve suların koruyucusu ilahi varlık Rapitvan’ın ilkbaharda yeniden yeryüzüne dönüşü de kutlanmaktadır. Diğer altı bayram ise genel olarak Gahambar adıyla bilinir. Bu bayramlar Ahura Mazda, Ameşa Spentalar ve onlar tarafından var edilen ya da korunan kutsal yaratıklar adına kutlanır. Bunlardan başka sonbaharda hasat zamanı kutlanan Mehregan (Mihrican) da önemli bir bayramdır. Mecusilikte erken dönemlerden itibaren özel olarak bazı bitki sularından elde edilen ve süt ile karıştırılan Haoma içeceği de önemli bir işleve sahiptir. Kutsal metinlerde Haoma içeceğinin kişiye ölümsüzlük kazandırdığı belirtilir. Zerdüşt kanlı kurbanın yerine Haoma içeceğini ve kişinin ibadetlerine bir şahit olarak da ateş sembolizmini kullanmıştır.
Çok eski dönemlerde ölü gömme adetinin varlığını gösteren işaret bulunmakla birlikte sonraları Mecusilikte tıpkı Tibet Budistlerinde olduğu gibi cesetlerin açıkta bırakılarak etlerin vahşi hayvanlar ve kuşlarca yenilmesi adeti yaygınlaşmıştır. Mecusilerce ruh bedenden ayrıldıktan sonra ceset kirli sayılır ve onu toprağa gömmek, suya atmak ya da ateş- te yakmak suretiyle temiz olan toprağı, suyu veya ateşi kirletmesine izin verilmez. Bunun yerine eski dönemlerde ıssız dağ başlarında, yakın zamanlarda ve günümüzde ise Dakhma ya da Sessizlik Kulesi’nde ceset açık alanda taş bloklar üzerine yatırılır ve üzerindeki elbiseler tamamen çıkartılarak açığa bırakılır ve akbabalar gibi vahşi hayvanlarca cesedin yenilerek yalnızca kemikler kalıncaya kadar bu şekilde bırakılır. Mecusilikte cesede yalnızca cenaze taşıyıcıları gibi bazı özel kişiler yaklaşabilir; bu kişilerin de özel bazı arınma ayinlerini yapmaları gerekir.
Mecusilikte temizlik kuralları oldukça önemlidir. Ateşle ve su ile ilgili kurallar oldukça önemlidir. Suyu ya da çeşme, dere veya göl gibi su kaynaklarını kirletmek günah sayılır. Hatta su, kirli ya da pis şeye doğrudan temas ettirilmez. Eski dönemlerde Mecusiler kirli şeyleri temizlemek için üçlü bir metot uygularlardı. Buna göre kirli bir şey önce sığır sidi- ğiyle yıkanır, ardından da toprak veya kumla silinip kurulanırdı. Ancak bundan sonra o şey su ile yıkanarak durulanırdı. Benzer temizlik kuralları toprak için de geçerlidir. Mecusilikte kan, nefes, tükürük ve benzeri vücuttan çıkan şeyler kirlenme unsuru olarak kabul edilir ve bu bağlamda adet gören kadınlar toplumdan tecrit edilir; hatta bazen bunların normal günlük işlerini yapmaları da yasaklanır. Hindistan Mecusileri dini ayinlerinde kullanılmak üzere kılları tamamıyla beyaz olan bir boğa (varaysa) beslerler. Bu boğa, kesilmek için değil, hom suyunu süzmeye yarayan eleğin yapımında kullanılan kuyruk kılları için beslenir. Ayrıca onlar domuz ve sığır eti yemezler ve tek evlilik yaparlar. Zorunlu olmadıkça boşanmayı uygun görmezler.
Mecusilikte Din Adamları ve Mabet
Mecusilikte çeşitli rahiplik sınıfları var olmuştur. Bunlardan en önemlisi Mecuş ya da Meci denilen rahip grubudur. İran imparatorlukları hakimiyeti altındaki Batı bölgelerinde yerleşik Mecusi kolonilerinde etkin olan Meciler eski Yunan gibi Batı dünyasında Mecusiliğin bu adla adeta özdeşleşmesine neden olmuşlardır. Bunlardan başka rahipler hiyerarşisi içinde Erbad (Herbad), Mobad (Magbad) ve Bagnapad gibi rahip grupları da dikkati çekmektedir. Bunlardan Mobadların ateş tapınaklarındaki baş rahipler oldukları bilinmektedir. Hindistan’da yaşayan Parsiler, rahiplik hiyerarşisinde sıradan rahiplere Mobed, başrahiplere ise Dastûr adı verirler. En yüksek dereceli rahipler ise Dastûrân Dastûr olarak adlandırılır. Diğer taraftan Kadmîler grubu din adamları için Molla ismini kullanırlar. Mecusilikte rahiplik babadan oğla geçen bir sistemle devam ettirilmektedir. Rahiplerin giysileri başa takılan külah benzeri bir başlık, bir elbise, ağzı kapatacak şekilde yüze takılan bir peçe ve bir kuşaktan oluşmaktadır. Bu giysiler beyaz olmak zorundadır; zira temizlik ve saflığı simgeleyen beyaz rahip rengi olarak bilinir. Rahipler cenaze ve evlenme törenleri, inisiyasyon ayinleri ve benzeri törenleri idare ederken bunun karşılığında belirli bir ücret alarak geçimlerini sağlarlar.
Erken dönem Mecusiliğinde tapınmak amacıyla kullanılan kutsal mekanlar ya da sunak yerleri (atlarlar) fazla görülmemektedir. Ancak zamanla özellikle Mecusiliğin toplumda yaygın egemen bir din haline gelmesiyle tapınaklar ve sunak yerleri oluşturulmaya baş- lanmıştır. Ataşgede adı verilen ve içerisinde kutsal ateşin yakılı olduğu tapınaklar İran’ın dört bir tarafında inşa edilmiştir. Ateş tapınakları genellikle iki bölümden; kutsal ateşin yakılı tutulduğu bir özel kısım ile inananların dini ibadetlerini yerine getirdiği daha büyük bir kısımdan oluşmaktadır. Sasanilerin yıkılışı sonrası ataşgedeler hızla yok olmuştur. Bugün İran, Azerbaycan ve Hindistan’da çeşitli Ataşgedelerin var olduğu bilinmektedir. Parsitapınağı Dar ı Mihr ya da Agyari olarak adlandırılır. Tapınakta kutsal ateşin bulunduğu mekanı ifade eden Adaran ile törenlerin yapıldığı İzişngâh bulunur. Tapınaklardaki ateş- ler, kutsiyet derecesine göre 3 grupta toplanır. Bunlardan en kutsalı Ataş Bahram’dır. Bunlar, en yüce ateşler olarak değerlendirilir. Ataş Adaran olarak adlandırılan tapınak ateşi ise ikinci derecede kutsaldır. Ataş Bahram ve Ataş Adaran’a yalnızca rahipler dokunabilirler; sıradan halkın dokunması yasaktır. Son sıradaki ateş ise Ataş Dadgah olarak adlandırılır. Bu ateş, tapınaklar yanı sıra evlerde de tutulabilir Bu her üç ateşle Parsi olmayanların temas kurmalarına ise kesinlikle izin verilmez