İçereği Atla

İslamın Ticaret Hukuku Giriş

21 Haziran 2025 yazan
İslamın Ticaret Hukuku Giriş
ercan dede
| henüz yorum yok

İslâm'da, kişinin kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmesi çoluk çocuğunun nafakası temin edebilmesi için meşru yoldan çalışıp kazanması tıpkı ilim gibi farz, ibadet ve cihad ölçüsünde kutsal ve değerli bir davranış sayılmış, en tabii kazanç yolunun ise emek olduğu belirtilmiştir. Kimsesiz ve işlenmemiş araziyi işleyerek mülkiyete katma, sahipsiz odun ve otları mülk edinme ve avlanma gibi usuller de emek yoluyla kazanç olup, miras, vasiyet, nafaka, zekât, hibe gibi yollarla kazanılan mallar da başlangıçta emeğe dayalı kazançlardır. Kur'an'da, “Erkekler için de çalışıp elde ettiklerinden bir pay vardır, kadınlar için de çalışıp elde ettiklerinden bir pay vardır” [en-Nisâ: 4/32.]buyurulurken, Hz. Peygamber de “Hiç kimse elinin emeğin den daha hayırlı bir şey yemiş değildir”[Buhârî, “Büyü”', 15; “Enbiyâ”, 37.] buyurup, en temiz kazancın, “Kişi nin kendi elinin emeği, bir de dürüst ticaretin kazancı[Müsned, IV, 141]olduğunu söylemiştir. Yine O, Tebük dönüşünde Sa'd b. Muâz ile karşılaşıp tokalaşmış, ellerinin nasırlaşmasının sebebini sormuş, o da, “Çoluk çocuğumun nafakasını temin için hurma bahçemde çalışıyorum” deyince, Sa'd b. Muâz'ın elini öpmüş ve “İşte bu eller Allah'ın sevdiği ellerdir” buyurarak hem emeğin önemi vurgulamış hem de sermayenin kâr payına işaret etmiştir. Ziraat, zenaat ve bir mesleğin icrası da doğrudan emeğe dayalı birer kazanç yolu olduğu gibi, ticaret, kabzımallık,  simsarlık, komisyonculuk, ortaklık, iş ve kira akdi gibi mal ve menfaat mübadelesi aracılığı ve devren iktisap usulleri de dolaylı olarak emeğe dayalı kazanç yolları olup her iki yol da kural olarak tasvip edilmiştir ve meşruiyet dairesinde kalındığı sürece değerlidir.


I. HELAL KAZANÇ


İslâm dini her alanda olduğu gibi ticarette de sadece yasak ve gayri meşru usul ve davranışlara işaret ederek iş, ticaret ve kazanç faaliyetlerinin kendi tabii seyrinde gelişimine fırsat tanımış, iş ve ticaret hayatıyla ilgili karşılıklı rızâ ve gönül hoşnutluğunu temel ilke olarak koymuş, akidlere ve verilen söze bağlılığı emretmiş, aldatma, yalan beyanda bulunma, zorlama, karaborsacılık, karşı tarafın sıkıntıda olmasından yararlanma, belirsizlik ve risk sömürüsü yoluyla kazancı yasaklamış tır. Sermayenin riske katılmaksızın emeksiz kazancı/faiz, hırsızlık, gasp, rüşvet, ölçü ve tartı da hile, kumar haram kılınmış, zina gibi doğrudan haram işleyerek veya içki satımı gibi harama yardımcı olarak gelir elde edilmesi yasaklanmış, bu şekilde kazanılan mal değersiz ve korumasız sayılmıştır. Hatta, şehire dışarıdan mal getiren kimselerin bilgisizliğinden yararlanarak ellerinden malı ucuza alma, elde edilmesi kesin olmayan mahsul ve meyveyi önceden satma, el altında bulunmayan veya teslimi zayıf bir ihtimal olan malı satma, bir başkasının pazarlığı devam ederken fiyat verme, müşteri kızıştırma gibi bir taraf için risk ve aldanma içerikli ticaret de, karşılıklı razı olunsa dahi, caiz görülmemiştir. Bu tür yasaklama ve kısıtlamalara gönülden uyularak elde edilen kazanç, kutsal aylar, kutsal yerler, müslümanların canları ve ırzları kadar dokunulmazdır ve saygıdeğerdir.[İbn Mâce, “İkâme”, 78.]Başlangıçtaki oluşum itibariyle emeğe dayanmak la birlikte ilgili birey açısından emek unsuru bulunmayan nafaka, miras, zekât ve sadaka, hibe, vasiyet, ödül, ganimet, iktâ, diyet, mehir, muhâlea bedeli ve buluntu mal gibi hukukî işlemlerin ve kazanç usullerinin meşru kılınışının da yarar ve hikmetleri açık olup, bu hükümlerin teşrî' kılınışı, öz olarak, yakınlar arası bağı ve dayanışmayı koruma, toplumda sosyal adaleti sağlama, kişilerin ihtiyacının giderilmesi veya haklarının karşılanması gibi çeşitli amaçlar taşımaktadır. Burada şunu da belirtmek gerekir ki İslâm bilginleri hem dinî bilgileri hem de hayat tecrübelerinden hareketle, haram lokma ile beslenen vücudun ibadet ve faaliyetlerinin faydasız ve verimsiz, gayri meşru yollarla oluşturulan sermayenin kazanç ve kârının bereketsiz olacağını, gayri meşru kazancın kişiye dünyada huzursuz ve mutsuz bir hayat, âhirette de sıkıntılı bir hesaptan öte bir şey getirmeyeceğini ifade ederler.


II. FAİZ  RİB  YASAĞI


Faiz, “borç verilen parayı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla (süresinde ödenmeyen alacağı vade lendirip sonunda fazlalıkla) geri almak ve bu şekilde alınan fazlalıktır. Faiz Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta da yasak iken, yahudiler kendilerine yasak, başkalarına serbest saymışlardır.[en-Nisâ 4/160-161] Yine, birçok düşünür, filozof ve devlet adamı (Eflâtun, Aristo gibi) önlemeye çalışmış, Luka İncili'nde de yasaklanmış uzun süre devam etmiş, sonraları hoşgörülm eye başlanmış, Fransız İhtilâli'nden sonra iyice yaygınlaşıp Batı ekonomisinin temel unsuru haline gelmiştir. İslâm'ın ortaya çıktığı VII. yüzyıl Arap toplumunda da sermaye belli kesimin elinde yoğunlaşmış, faiz borcunu ödeyemeyenler veya çocukları köle olarak satılmaya başlanmış, sonuçta halk perişan olmuştu. Kur'an faizi  aşamalı bir şekilde yasaklamış, Hz. Peygamber de ticarî işlemlerin faizden arındırılmasına kılavuzluk etmiştir. Kur'an'da geçen “ribâ” kelimesi ile vahiy döneminde de bilinen ‘’fazlalık’’ aynı şeyler olup  ribâ dört ayetle aşamalı olarak yasaklanmıştır. “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Fakat Allah'ın rızâsını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onu verenler (sevaplarını ve mal larını) kat kat arttıranlardır”(Rum 39) buyurulan ilk âyetle dolaylı bir şekilde reddedilirken, Medinede inen Nisa sûresinin 160-161 âyetlerinde yahudilere faizin haram kılındığı, fakat onların helâl saydığı, bu yüzden de birçok ceza ve azaba uğradıkları ve uğrayacakları bildirilerek yine dolaylı bir nehiy yapılmış, “Ey iman edenler, kat kat faiz yemeyin. Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz”[Âl-i İmrân: 3/130] ayetiyle açıkça yasaklamış, sonrasın da ise, “Faiz yiyen kimseler (kabirlerinden) tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, alışveriş de (ticaret) faiz gibidir demele rindendir. Oysa ki Allah ticareti helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse geçmişte olan kendisinindir ve işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar. Allah faizi mahveder, sadakaları çoğaltır. Allah hiçbir günahkâr kafiri sevmez... Ey iman edenler, Allah'tan korkun, eğer gerçekten inanıyorsanız, faiz olarak artakalan (ana paranın üzerindeki) miktarı almayın. Şayet bunu yapmazsanız (faize devam ederseniz), Allah ve Resulü ile savaşa girdiğinizi bilin. Tövbe ederseniz ana sermayeniz sizindir. Ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız”.(Bakara 275-279) ayetiyle, şiddetli bir üslûpla yasaklanmış, bırakanlara bazı imkânlar gösterilirken ısrar edenlere acı sonuçlar bildiril miştir (açık ve kati delil)


Faiz yasağı, “Dikkat edin, Câhiliye döneminin faizlerinin hepsi de kaldırılmıştır. Ana paralarınız sizindir. Bu suretle ne haksızlığa uğratılmış, ne de haksızlık yapmış olursunuz...”[Ebû Dâvûd, “Büyü”1,5.],“Faiz ancak veresiyededir”[Buhârî, “Büyü”', 79; Müslim, “Müsâkât”, 101-103]hadislerinde belirtildiği üzere sünnet ile de açıklanıp, uygulanmış, Kur'an'da işaret edilmeyen bazı işlemler ve alım satım türleri de, ya faize yol açacağı, ya da faiz olduğu için yasaklanmıştır. Bir hadiste(eşyâ-yı sitte/ribeviyye hadisi) “Altına mukabil altını, gümüşe mukabil gümüşü, buğdayla buğdayı, arpa ile arpayı, hurma ile hurmayı, tuza mukabil tuzu satmayınız. Ancak eşit miktarlarda ve peşin olursa o müstesna. Her kim artırır veya fazla alırsa faiz alıp uermiş olur. Bunda alan ile veren arasında fark yoktur.” başka rivayetinde “Cinsler değişirse peşin olmak şartıyla nasıl satarsanız satınız. Peşin olmak kaydıyla altını gümüşle, gümüşü altınla, buğdayı hurmayla, arpayı hurmayla satabilirsiniz...”[Buhârî,“Büyü”', 77-81; Müslim, “Müsâkât”, 79-85]ilâvesi vardır. Özetle, altın ve gümüşün, hurma, buğday, arpa, tuz ve bu tür gıda maddelerinin aynı cins karşılıkla vadeli veya fazla karşılıklı değişimi yasaklanmış, cinslerin peşin mübadelesine izin verilmiş, altın veya gümüş ile para olmayan şeyin değişiminde ise peşinlik ve eşitlik şartı aranmamıştır. Kuru hurma ile yaş hurmanın, iyi cins hurma ile kötü cins hurmanın fazlalıkla değişimi , gümüşün vadeli olarak altın karşılığı satımı da yasaklanmış, altının altınla, gümüşün gümüşle değişimine ancak peşin ve tartılarının eşit olması halinde izin verilmiş, hatta Resûlullah, altınlı gerdanlığın bile altınını ayırıp satılmasını istemiş[Müslim, “Müsâkât”, 89-90], iki ölçek kötü cins hurmayı verip bir ölçek iyi cins hurma alan sahâbîye bunun faiz olduğunu belirterek, “Sakın böyle yapma! İyi cins hurma almak istediğin zaman önce kalitesi düşük hurmayı parayla sat, sonra eline geçen para ile iyi cins hurma satın al”[Müslim, “Müsâkât”, 96.]buyurmuştur. Hz. Peygamber aynı cins iki şeyin biri diğerinden fazla olarak değişimini, hatta dalındaki yaş hurma ile kuru hurmanın tahminen değişimini de (bey'u'l-müzâbene) yasaklamıştır. (Fakat ihtiyaç ve isteğe binaen bu satışa (bey'u'l-arâyâ/ariyye)  izin vermiş olup 5 veskten/900-1000 kg. aşağısına izin verdiği rivayetleri de vardır) Buna istinaden de yaş üzüm ile kuru üzümün değişimini caiz gören mezhepler de vardır. (Kısaca, borç faizi/ribe'd-deyn/nesîe  de denilen Câhiliye faizi (vade karşılığı alacağın artırıl ması) yasaklamış, sünnet de bu yasağı teyit edip, faiz olarak görülmeyen bazı ticarî işlemleri ve mübadele şekillerini de (ribe'l-fadl/alışveriş faizi) yasaklamıştır. Vade karşılığı fazlalık ttifakla haram iken, paranın ve gıda maddelerinin peşin olarak fakat fazlalıkla değişiminin (ribe'l-fadl) yasaklık  gerekçesi ve illeti, ölçüsü, sınırı ve kapsamı tartışmalıdır)


Kur'an zekât ve infakın değerli ve kalıcı, faizin değersiz ve bereketsiz olduğunu, zekât ve infak ecir ve mükâfatla, faizin ceza ve günahla karşılancağı [el-Bakara: 2/276; er-Rûm: 30/39.]yine, ticaretin helâl, faizin haram olduğu bildirmiştir. (Ticaret, üretip, emeğe ve sermayeye dengeli pay verip, paranın akışını hızlandırıp, istihdam oluştururken, faiz üretmeyip tek taraflı çıkar sağlayan, tüketici bir sömürüdür) Büyük çoğunluğa gore, sayılan maddelerle ilgili ribe'l-fadl yasağı sınırlama değil, illetlere dayalı örnekleme olup, aynı cinsten kalite ve miktarı farklı malların birincinin satılması, ikincinin de para ile satın alınması tavsiye edilmiştir.İllet Hanefî ve Hanbelîler'de cins ve ölçü tartı birliği, Şâfiîler'de gıda maddesi ve para olma, Mâlikîler'de ise saklanıp depolanabilen gıda maddesi ve para olma özelliği olup Hanefî ve Hanbelîler'e göre, mübadele edilecek iki malın hem cinsleri, hem de ölçü-tartı sınıfları aynı ise, peşin olarak ve eşit miktarlarda mübadele edilmelidir. (on ölçek buğdayın on iki ölçek buğdayla değişimi, peşin ve kaliteleri farklı bile olsa faizdir.) Vadede, cins veya ölçü-tartı birliği faiz için yeterli olup, altın ile altının, buğday ile buğdayın eşit miktarda bile veresiye değişimi caiz olmadığı gibi, buğday ile arpa, altın ile gümüş, demir ile bakır da veresiye mübadele edilmezken, buğday ile altın, gümüş ve demirin veresiye değişimi caizdir.Şâfiîler'de, ikisi de yiyecek veya para (semen) olan veresiye değişimde faiz gerçekleşirken, iki ayrı sınıfın veresiye mübadelesi caizdir. (hurma ile arpanın veresiye mübadelesi caiz görülmezken, buğdayın demir karşılığı mübadelesi caiz görülür)


Faiz Kar İlişkisi Kur'an’da faizin ticaret kârı olmadığı açık bir şekilde belirtilmiştir.[bk. el-Bakara: 2/276] Ticaret kârı, belli bir emeğin, çalışma ve teşebbüsün karşılığı iken faiz sadece vadenin karşılığıdır. Ticarette satan ile alanın menfaatleri dengeli iken, faizli işlemlerde tek taraflıdır. Ticarette kâr bir defa alınırken, faiz ise katlanarak büyür. Ticarette zarar ve risk daima mevcutken faizde bütün risk borçlunun omuzlarındadır. Ticaret üretken/verimli, faiz âtıl bir kazanç yoludur.Allah ticareti helâl, faizi haram kılmıştır. [el-Bakara: 2/276] Fizzin (ribâ) yasak olduğunda fikir birliği bulunurken, bir grup bilgine göre faiz şüphesi taşıyan veya faize yol açabilen işlemlerde de haram/yasak (ancak zaruret hallerinde alıp vermek de mubah olabilir denilmiştir) diğer bir gruba göre ise asıl haram olan ribe'n-nesîe” olup ribe'1-fadl’ ise “faize yol açma” sebebiyle yasaklanmıştır(bir şeyin bizzat haram olması ile dolayısıyla haram olması farklı olup vade faizi zaruret halinde caiz olduğuna göre, fazlalık faizi (ribe'1-fadl) ihtiyaç halinde de olabilir) Özellikle son devir Mısır alimlerinin bir kısmı ise, Kur'an'da yasaklanan faizin Câhiliye(katlı veresiye) faizi olduğunu, ilgili âyetteki ed'âf-ı mudâafe’ nin de [Âl-i İmrân: 3/130]bunu ifade ettiğini söyle yip baştan malı veya parayı verirken belirlenen fazlalığı yasak kapsamında görmezlerken, yine bir grup- da, kredi faizlerini emek-sermaye ortaklığının bir nevi saymakta, bir başka grup ise, faizli kredi kullanımın da zaruret ve kamu yararı bulunduğunu söylemektedir. (tüketici kredisi faizini haram sayıp, üretim/yatırım kredisi faizini saymayanlar, kalkınma ve adalet noktasından, düşman ülkesinde faizli işlemleri caiz görenler de müslümanın kârlı çıkacağı noktasından hareket ederler) Şu da var ki, “Zaruretler haramları mubah kılar” ilkesini her şeyde işletmek çok sakıncalı bir yol olup, öncelikle, zaruretin umumi ve sürekli olması gerekir. Faizde Hile Faize ulaşmak için kullanılan “bey'u'1-îne”(vadeli alınan bir malı daha düşük para ile peşin satarak  vade ile para bulma), muâmele-i şer'iyye (belli bir meblağı borç alıp, sonra ondaki bir malı faizli bir bedelle ve aynı vade ile satın alıp, sonra bu malı geri hibe ve iade etmek) vb yollar haramdır. Faiz-Enflasyon İlişkisi İslâm'da zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yasak olduğun dan, yüksek enflasyonda ödünç verilen paranın değerini koruyucu (altının esas alınması veya enflasyon zararının telâfi edilmesi gibi) önlemler alınmasında sakınca yoktur. Faiz-Vade Farkı İlişkisi Hanefiler dahil çoğunluğa göre (faiz, paranın vade sebebiyle para kazanması, vadeli satış ise malın vade sebebiyle peşin değerinden fazlaya satılması olup) vade farkı faiz değilken, bazı Mâlikîler dahil azınlığa göre vadeli satış, malın peşin değerinin yüksek bir değerle satımı olup faizdir. Günümüzde ise, vade farkının bir kısmı satış bedelini enflasyona karşı koruma tedbiri, bir kısmı da bekleme, ödenmeme riski ve mahrum olunan peşin kârın karşılığı sayılarak caiz görülse de, banka aylık faizleri ile piyasa aylık vade farkları paralel seyretmekte ve kâr payı kurumlarının  gelirlerinin önemli bir kısmının kaynağı da bu vade farkıdır.


III.  ÎNE SATIŞI


Îne satışı, bir malın belli bir fiyat karşılığında vadeli olarak satılıp, satılan fiyattan daha düşük bir fiyatla geri alınması ve aynı işlemin, araya üçüncü kişi sokularak yapılması da böyle olup, Hanefilere göre şu haberlere istinaden fâsiddir: “Bir kadın Hz. Âişe'ye, “Benim bir cariyem vardı, Zeyd b. Erkam'a vadeli 800 dirheme sattım, 600 dirheme peşin aldım, ondan 800 dirhem alaca ğım var”deyince “Ne kötü satım yapmışsın ve ne kötü alım yapmışsın! Git, Zeyd'e haber ver; Allah onun. Hz. Peygamberle birlikte yaptığı cihadı iptal etti. Ancak, tövbe ederse o başka” dedi. Kadın, “Ana paramı alıp fazla kısmı iade etsem olur mu?” dedi, Âişe de,“Kime rabbinden bir öğüt gelip vazgeçerse, daha önce yaptıkları kendine dir”[el-Bakara: 2/275] âyetini okudu”[Abdürrez zâk es-San'ânî, el-Musannef, VIII, 184-185; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, V, 206] Onlara göre Hz. Âişe bu hükme akıl ve rey ile değil, Hz. Peygamber'den duyduğu için varmış olmalı dır ki, “kötü bir satma ve kötü bir satın alma” nitelemesi de fâsid akde uygun bir vasıf olup bazı Hanefîler “ribâ şüphesi” de ifsad gerekçesidir. (İkinci akiddeki semen birincidekinin bedeli olup, birincinin ikinciden fazla olan kısmına hiçbir bedel tekabül etmemekte olup, bu da ribânın tanımı ile uyuşmaktadır. Bu ribâ, iki akdin bütünü ile sabit olmakta ve akidlerden biriyle, ribâ değil şüphesi sabit ise de bu konularda “şüphe”,“hakikat” hükmündedir.) İbn Ömer ise, “Ne zamana kaldık! Eskiden hiçbirimiz dirhem ve dinarının müslüman kardeşinden daha lâyık olduğunu düşünmezdi. Şimdi dirhem ve dinar, her birimize müslüman kardeşinden daha sevimli gelmeye başladı” deyip Hz. Peygamber'in şu sözlerini nakletmiştir: “Dirhem ve dinar konusunda cimrilik edip de alım satımlarınızı îne yoluyla yaparsanız, ineklerin kuyruğuna yapışıp ekip-biçme ile yetinirseniz ve cihadı terkederseniz Allah size öyle bir zillet verir ki, dininize dönmedikçe bu zilleti sizden kaldırmaz.”[Ebû Dâvûd, “Büyü”', 56; Müsned, II, 84] Hanefîlere göre bu akid, Hz. Âişe'nin sözündeki (eser) “sattığı fiyattan daha ucuza satın alma” sebebiyle fâsid olup, parası ödenmeden (ödenince de), daha yüksek fiyata almak caiz iken, Mâlikî lerde faize götürdüğü için, Hanbelî ler'den İ.Kayyıma göre hile içerdiği için caiz değildir. (Hanefîlerde ikinci akid, Mâliki ve Hanbelîlerde ikisi de fasid olup feshi gerekir) İ.Şâfiî’ye göre ise, sıhhat/şekil şartları mevcut olduğu için akid sahih, hatta Şafiîlerde başka bir hadise[Buhârî, “Büyü”', 89; “Vekâle”, 3; Müslim, “Müsâkât”, 18; el-Muuatta', “Büyü”', 20, 21] istinaden caiz olup, Hz. Âişe'ye nisbet edilen haber de sabit değildeğildir.Fakat her halükarda bu akdi onların göstermelik değil ihtiyaca ve şartlara göre yaptıkları, ikinci satıma başka birini bulamadıkları da düşünülmelidir.(önceden şart koşulmamışsa, yaygınlaşma ması şartıyla meşrudur)  İne satışını üçe ayıran İbn Rüşde göre ise, A, B'ye sende şu mal varsa satın alacağım dediğinde, B, o anda bulunmadığı nı, akabinde ise, o malı satın aldığını, peşin veya vadeli olarak satabilirim dediği akid caiz, A, B'ye, filân malı kendisi için satın almasını, kâr oranında anlaşmaksızın o malı bir miktar kâr ile alacağını söylediği akid mekruh, A, B'ye “filân malı peşin 100 liraya satın al, ben o malı senden vadeli olarak 120 liraya satın alayım” dediği (leasing’e benzeyen) bu işlem haramdır. Yine ‘tevarruk’ denilen [bk. İbn Kayyim, İ'lâmü'l-muvakkı'în, III. 170, 200.] borç isteyene “Sana borç veremem, fakat, 100 lira olan şu malı sana 120 liraya vadeli olarak satarım, sen de bunu götürüp 100 liraya satarsın”diyerek yapılan akid borç isteyen de razı ise [İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, V, 273] Hanbelîlerin dışındakilerde caiz fakat mekruhtur.


IV. DÖVİZ ve PARA DEĞİŞİMİ (SARF)


Sarf altın, gümüş veya diğer nakit paraların kendi cinsi veya diğer para cinsleriyle değişimi olup, Hz Peygamber’in “Altın ve gümüşten peşin olmayanı peşin karşılığında satmayınız.”[Buhârî, “Büyü”', 78; Müslim, “Müsâkât”, 81, 83; Tirmizî, “Büyü”', 24]hadisi gereği altın ve gümüşün kendi cinsleriyle, karşılıklı olarak veya itibarî para ile değişimi ve satımında, iki bedelin de taraflar akid meclisinden ayrılmadan peşin ödenmiş olması, araya vadenin girmemesi şarttır. Altının altınla, gümüşün gümüşle ve aynı cins paranın kendi cinsiyle değişiminde peşin ödemenin yanı sıra miktarların da eşit olması şarttır. Hayber fethi sonrasında bir sahâbî altın işlemeli bir gerdanlığı altın para (dinar) ile almak isteyince Hz. Peygamber gerdanlıktaki altının çıkarılmasını ve altının aynı miktar altın para ile değişimini, geri kalan kısmına da değer konarak satın alınmasını istemiştir. [Müslim, “Müsâkât”, 17.]Döviz dahil her para ancak peşin olarak değiştirilebilirken, şart muhayyerliği de tanınmamıştır. (Ancak iki bedelin de peşin kabzedilmesi şartı, borcun borçla takasının cevazını tartışmaya açmıştır)


Enflasyonun Borç İlişkilerine Etkisi 


İslâm'da zarar ve karşı zarar verme yasaklanmış ve zararın izâlesi  ilkesi benimsenmiş olup [Mecelle, md. 19-20] paraalacaklısı, enflasyon sebebiyle uğradığı zararının giderilmesini istemekte haklı ise de borçluyu zorlamak âdil olmayıp, ayrıca faizli işlem yapılmış olacaktır. Önceki dönemlerde altın ve gümüşün paranın değeri sabit olduğundan düzenlememeye gidilme mişse de E.Yûsufa göre, altın ve gümüş oranı düşük veya diğer madeni paralarla yapılan alışveriş veya borçlanmalarda para değerinde düşme veya yükselme olduğunda, akdin yapıldığı günkü değer üzerinden ödenmesi gerekip [el-Fetâva'l-Bezzâziyye, I, 537] Hanefî mezhebinde fetva da böyledir. Nitekim İFA, 1988 V.G K Toplantısında da belirtildiği gibi, bir grup alime göre “para borcu belirlenen miktara göre ödenmesi gerekir, piyasaya göre ayarlanamaz, ve bu İKB 1993 para toplantısında da teyit edilmişken, diğer bir gruba göre ise, alacaklı fazla isteyemezken, eksik almaya da zorlanmamalı, enflasyonu yok sayarak (aynı miktarda eksik değerde)  ödeyen “Ödeme gücü bulunan bir kimsenin borcunu ödemeyip geciktirmesi zu lümdür; bu onun kınanmasını ve cezalandırılmasını helâl kılar” [Buhârî, “Havale”, 1-2, “İstikraz”, 14; Ebû Dâvûd, “Büyü”', 10; Tirmizî “Büyü”1, 28.] hadisi kapsamına girmiş, akidde öngörülmeyen bir kazanç sağlamış, karşı tarafa da zarar vermiş olur ki, böyle kazanç helâl olmayacağı gibi, alacaklının zararının da tazmini gerekir.


V. VADELİ SATIŞ


Vadeli/veresiye satış/bedelin kısmen veya tamamen akidden ve teslimden sonra ödenmek üzere satımı (taksitli satış dahil) mümkün/caiz olup,“Ey inananlar! Belirli bir süreye kadar borçlandığı nızda bunu yazın...”[el-Bakara: 2/282.] ayetinde buna işaret edilmiş, Hz Peygamber de yiyecek satın aldığı bir yahudi ye borcu karşılı zırhını rehin  bırakmıştır [bk. Buhârî, “Büyü”’, 14] Ancak vade sebebiyle bedeldeki fazlalı ğın/se mendeki artışın vade borçtaki mukabili artış gibi sayılıp sayılma yacağı tartışmalı olup, onun gibidir dendi ğinde faiz söz konusu olup vadeli satım haram olurken, farklıdır denirse caiz olur.


Vadeli satışa karşı olanlara göre 1.Vade sebebiyle fiyat artırmak faizdir. (Ödemeyi geciktirme sebebiyle fiyatta artış,geciktirme sebebiyle borçta artışla aynıdır. Vade sebebiyle borçtaki artış faiz olduğuna göre, vade sebebiyle semendeki artış da faiz olur.) 2. Vade sebebiyle fiyatın artırılması, karşılıksız artış olup ribâ kapsamına girer.3. Vadeli satan da alan da darda kalmış kişiler olup karşılıklı rızâ gerçekleşmemekte, akid fasit olmaktadır.4. Bir hadiste “Kim bir satım içerisinde iki satım yaparsa, ya daha ucuz (eksik) olanını tercih eder ya da faizi”[Ebû Dâvûd, “Büyü”’, 53; Abdürrezzâk es-San'ânî, el-Musannef, VIII, 137.]denilmiş ve taraflar da fazla olanı tercih ettiklerine göre her ikisi de faize bulaşmış demektir. (bir mal vade sebebiyle günün fiyatından fazlaya satılamaz)5. Semmâk, “Hz, Peygamber bir akidde iki akid yapılmasını yasakla mıştır” hadisindeki satımı, “Satış yapan kişinin, peşin alırsan şu fiyata, vadeli alırsan şu fiyata diyerek satış yapması” diye açıklamıştır. Vadeli satışı caiz gören çoğunluğa göre ise 1. Peşin fiyatından fazla fiyatla satan, fiyatların farklı zamanlarda değişme farkını hesaba katmakta, bir malı bedelini ödemeksizin alan da, değerli, gelir  etirici bir şeyi almaktadır ki vade farkı bu gelirin bedelidir. 2. Bazıları, ihtiyaç sebebiyle veya ucuzlayacağı hesabıyla, aldığı fiyattan daha ucuza vadeli satabilirken, bazıları da, gerçek kıymetinin altında peşin veya vadeli satabildiğine göre vade sebebiyle semende yapılan artış ödeme anına kadarki sürenin karşılığı değildir 3. “Birbirinizin mallarını ancak karşılıklı rızâya dayanan bir ticaret yoluyla yiyebilirsiniz”[en-Nisâ: 4/29]ayetinin de ışığında vadeli satış  ancak karşılıklı rızâ ile gerçekleşmek tedir. 4.Hz. Peygamber Benî Nadîr'in yurtlarından çıkarılmalarım emrettiğinde, onlardan bir grup, “Ey Allah'ın Peygamberi! Sen bizim sürülüp çıkarılmamızı emrettin. Halbuki bizim, halktan henüz vadesi gelmemiş alacaklarımız var” deyince, “İndirin, peşin alın” [Dârekutnî, III, 46]demiş, vadenin kısaltılmaya karşılık borcun bir kısmının düşürülme sine izin vermiştir ki, vade sebebiyle fiyatı artırmakla aynı şeydir. 5. Vadeli satımı, bir satımda iki satım gibi görüp geçersiz sayanların dayandığı hadisin sıhhati ihtilâflı olup sahih olsa bile,  İ.Şafii gibi, bir satımda iki satıma, “Evini bana şu kadara satman şartıyla bineğimi sana şu fiyata satıyorum şeklindeki satım” diyerek caiz görenler bulunduğu gibi, Semmâk’ın yorumu da, tarafların anlaşmadan ayrılmalarına ilişkin olabilir ki, satıcı, peşin şu, vadeli şu fiyata dediğinde müşteri birini tercih ettiğinde akid zaten geçerlidir. Şunu belirtmek gerekir ki, peşin 100 liraya satılan malın vade ile 110 liraya satımı ile 100 liranın vade ile 110 liraya satımı aynı şey olmayıp, birincisinde mal, ikincisinde para satılmaktadır. Ancak satıcı, satış bedeline vade süresince mahrum kalacağı kârı eklemiş veya enflasyona karşı kendini korumak istemiş ya da bankaların kredi faiz oranlarını satış bedeline uygula yarak bi nevi kredi vermiş de olabileceğine göre, ona İ.Mâlik'in peşin ona, vadeli on beşe satımı mekruh görmesi hatırlatılmalı, banka faizleriyle vade farkları paralel ise, sorumluluğa davet edilmeli, hatta vadeli satışta bedel açık bırakılıp ödeme zamanındaki satış bedeli tahsil edilmelidir.


VI. PEY/PİŞMANLIK AKÇESİ ve CEZAÎ ŞART (KAPORALI ALIŞVERİŞ)


Pey akçeli alışveriş, alım satımı yürürlüğe koyduğunda toplam fiyata eklenmek, caydığında satıcıya kalmak üzere, mal sahibine ekonomik bir şey (urbûn/arabûn,urban)  vererek bir mal satın almak (el-bey' bi'1-urbûn) olup kiralama vb. akidlerde de söz konusudur. (Pozitif Türk hukukunda da, tek taraflı dönüle bilen ve, veren cayarsa verdiğini terkettiği, alan cayarsa iki mislini ödediği bir akittir) Hz. Peygamberin yasakladığı [el-Muvatta', “Büyü”1, 1]rivayetiyle birlikte Hz. Ömer'in böyle bir akid yaptığı, İbn Ömer'in bunu caiz gördüğü de [Zemahşerî, el-Fâik, II, 416; İbnü'1-Esîr, en-Nihâye, III, 202] riva yet edilir. Çoğunluk hem bu hadisi esas alıp hem de satımın, garar içerdiği, akdin gerçekleşmeme riski taşıdığı, başkasının malını haksız ve bedelsiz yemeye benzediği, fâsid şart (hibe şartı ve beğenmediği takdirde iade etme şartı) taşıdığı ve peşinat vereni muhayyerliğinin meçhul olduğu gerekçeleriyle geçersiz saymışlar, Hanefi imamlarının da açık görüşü nakledilir, ve diğer mezhepler Ebû Hanîfe'nin de bu görüşte olduğunu söylerken, Hanbelîlerse bu satımı  caiz görmüşlerdir. Çağımız Islâm hukukçularınca da, gecike nin tazminatla yükümlü olacağı şartı koşulabilir. (Bu daha iyi bir satımı kaçırma riskinin karşılığıdır)


VII. KÂR HADDİ


Gerek Kur'an ve Sünnet'te gerekse sahabe uygulamalarında belirli bir kâr oranı getirilmemiş, fert veya topluma bırakılmıştır. Mesalâ, Hz. Peygamberin, kendisine kurbanlık bir koyun alması için 1 dinar verdiği Hakîm b. Hizâm’ın, o parayla iki koyun alıp, birini 1 dinara satıp 1 dinar ve bir koyunla dönmesine karşı çıkmaması, hatta hayır duada bulunması, fiyatların arz-talep dengesine bağlı oluşmasını istediğini göstermektedir.Ancak, sunî müdahalelerle arz ve talep dengesinin bozulmasını ve tüketici istismarını önlemek için tedbir alınabilir. Bazıları ana paranın üçte birinden fazla kârı gabn-ı fahiş/geçersiz saysa da, hadiste görüldüğü üzere % 100 kâr dahi mümkündür. Ancak kârın meşru ve helâl olabilmesi için aldatma, ihtikâr, zulüm ve kandırma olmaması, yasal sınırı aşmaması şarttır.


VIII. HAVA PARASI


Hava parası, kiracının meskeni boşaltması veya devretmesi karşılığında yeni kiracıdan (veya mesken sahibinden) istediği, ya da mülk sahibinin akid yapılırken kiracıdan istediği (toplu kiradan ayrı) peşin bedel, enflasyona karşı koruma ve emeğin itibarıdır. Kiralama piyasa değerinden yapılsa bile paranın değer kaybetmesi, kira akdinin de yasal hakla uzatılması mülk sahibini madur kiracıyı avantajlı hale getirmekte, hatta meskeni ortaklık veya gizli kiracılık yoluyla yüklü bir meblağla (hava parası) devredebil mektedir. Haksız kazanç elde yöntemi olan bu  durum vakıf kamu mallarının düşük bedelle kiralanması veya enflasyon sebebiyle kira bedelinin sembolik hale gelmesinde daha çok görülmektedir ki, son dönem Hanefî alimleri de, bunların ancak üç yıllığına ve piyasa değerinde kiralanabileceğini söylemişlerdir. Vakıf malın icâreteyn usulüyle kiralanması halinde yeni kiracıdan alınan bu bedel haklı bir sebebe dayansa da, diğerlerinde kiracının çoğu defa vakfa ait hak ve menfaat karşılığı bedel aldığı söylenebilir. Yine, kiracının oluşturduğu müşteri potansiyelinin, isim ve marka hakkının, iş yeri demirbaş larının veya iş yerine yapılan harcamaların yeni kiracıya bedelli devri de haksız kazanç değildir. (Gerçi, ilk dönem Hanefî fakihleri mücerret ve manevî hak ve menfaat karşılığı bedeli caiz görmemişse de sonraları caiz görülmeye başlanmış, çağdaş İslâm hukukçuları da telif, patent ve isim hakkı dahil, manevî hakların satışını caiz görmektedirler.) Kiracının devre yetkisi ise sözleşmeye ve örf bakılırken, mal sahibinin akid başlangıcında aylık ödemeler dışında peşin aldığı toplu para, kira bedelinin bir parçası olup fesh veya süresinden önce tahliye halinde, kullanılmayan sürenin karşılığı iade edilmelidir. Ancak süreden sonra,  kiracı tahliye için bedel isteyemez. İ FA 1988 Cidde IV. Dönem Toplantısı'nda da benzeri böyle karar alınmış, malikin izni olmadan devrinin ve bunun için bedel alınmasının caiz olmayacağı belirtilmiştir.


IX. BORSA HİSSE SENEDİ


Borsa “devletin kurduğu ve denetlediği özel hukuk kuralları içinde tarafların karşı karşıya gelip ticarî değere sahip malların, hisse senetlerinin, tahvil, hazine bonosu ve kambiyo belgeleri gibi kıymetli evrakın alınıp satıldığı kurum, devamlılığı bulunan pazar yeri olup, tahvil, hazine bonosu gibi faizli borç senedi nitelikli kıymetli evrakın alım satımı, dövize endeksli tahviller ve borç senetleri ister devlet ister şahıs ve şirketlerce çıkarılsın caiz değildir.Hisse senetleri ve kâr-zarar ortaklığı belgeleri/menkul kıymetler, alacak senetleri (para borcunu ve alacağını temsil eden tahviller, kâr ve zarar ortaklığı belgeleri, finansman bonoları ve gelir ortaklığı senetleri) ve ortaklık senetleri (malî hakların yanı sıra yönetime katılma gibi haklan da sağlayan ve gerçek bir ortaklık ilişkisi kuran hisse senedi) şeklinde, ayrıca sabit gelirli(hisse senetleri, kâr ve zarar ortaklığı belgeleri) ve değişken gelirli senetler(gelir ortaklığı senetleri)  şeklinde, nama yazılı veya hamiline yazılı şeklinde, âdi ve imtiyazlı hisse senetleri şeklinde ayrılabilir. Ortaklık senedi ve değişken gelirli hisse senetleri, anonim ve paylı komandit şirketlerde payları temsil eden kıymet li evrak olup en önemli fonksiyonu payı temsil edip tedavül ettirebilmesidir.  Hisse senedi, malî ve yönetim hakları da sağlar ki malî hakların başında, kâr payı alma hakkı, rüchan hakkı, bedelsiz pay alma hakkı, tasfiye payı hakkı vb. gelmektedir. Faizi önceden belirlenen borç senedi ve ödünç işlemi olan tahvil den yatırım aracı olarak yararlanmak ittifakla caiz değilken, kâra göre getirisi değişen hisse senetle rinin ihracı ve alım satımı ise bir kısım alime göre caiz olmazken, çoğunluğa göre caizdir. Batı'dan alınan özellikle sermaye şirketlerinin hisse senetleri ve bu şirketlerle yapılacak muame leler de, bir kısım müslü man iktisatçıya göre İslâmi şirket form ve kurallarına uymadığı, esasen hisse senedinin piyasa değerinin birçok faktöre bağlı olarak değiştiği, şirketten ayrı kıymet kazandığı, şirketlerin mal varlığında helâl ve haramın, faiz ve gayri meşru kazancın iç içe olduğu gerelçeleriyle bâtıl ve kârı haram iken, M.Ebû Zehra, M.Yûsuf Mûsâ, Mahmûd Şeltût, Abdülveh hâb Hallâf, Ali el-Hafîf, Abdurrah man Hasan gibilerinin de bulunduğu çoğunluk ise hisse senedinin, kâr ve zararı ile birlikte şirkete ortaklığı temsil ettiği/hisselerin şirkete tâbi olarak kâr ve zarara açık olduğu, esasen “mudârebe” adıyla  mubah kılındığı, gerekçeleriyle caiz görmekte, hatta, Batı’dan alınan anonim şirketlerin dahi ana hatlarıyla İslâmi şirket kapsamında sayılıp, dinin temel ilke ve kurallarıyla çatışmadığı sürece işletilebileceği söylenmiştir. Ancak söz konusu alimler şirketin dinen caiz olmayan faaliyette bulunmasına, kıymetinden düşük bedelle hisse senedi ihracına, imtiyazlı hisse senetlerine itiraz etmektedirler. Hisse senedinin mal olarak alınıp satılması da bazı itirazlar olsa da caiz görülmüş olup İFA 1988 Rabat Borsa Semineri sonuç bildirisinde ve 1992 Cidde/VII. Dönem Toplantısı'nda da hisse senetlerinin kâr ve zarara iştiraki sebebiyle helâl olduğu, şirketin işlem ve amaçlarının meşru olması gerektiği belirtilmiştir. Şu var ki, sermaye piyasasının düzensiz olduğu, kolayca yön değiştirip büyük değişikliklere uğradığı iyi niyetli yatırımcıları mağdur ettiği toplumlarda borsa bir tür kumar ve risk ticareti olabileceği için, şirketin gayri meşru faaliyet göstermesinin hisse senedi ticaretinin hükmünü etkilediği gibi, sermaye piyasasında hâkim risk ve kargaşa ortamı da etkileyebilir.


X. SİGORTA


Sigorta, karşılıklı ödeme esasına dayalı, olacak zararları belli bir yöntemle telâfi sistemi/sözleşmesi/ taahhüdü olup, kazasız/zararsız durumlarda ödenen primlerin karşılıksız kalması, kaza/zarar durumunda ise primlerin çok üstünde ödemeler yapılması, klasik akit ölçülere göre belirsizlik ve dengesizlik taşıdığından, ciddi tereddüt ve itirazlar olmuştur. Sigorta Batı’da beş altı asırdır uygulanmakta iken, İslâm dünyasında ilk kez İbn Âbidîn (ö. 1252/1836) tarafından gündeme getirilmiş (gayri müslimlerin Müslümanlara sigorta lı taşımacılık yaptığından bahsederken, sigortacının telef olan malı ödemek zorunda olmadığını, bunun emanet, ariyet ve icâre hükümlerine tâbi olup ancak kasıtlı kusur halinde tazmini gerekeceğini, her zarar da onların sorumlu tutmanın fâsid bir akid olduğunu, düşman ülkesinde ise  hasar bedelinin caiz olabilece ğini söylemiş[Reddü'l-muhtâr, IV, 169-173])Osmanlıda ise 1864 Deniz Ticaret Kanunu'nda temas edilmiş, 1870 Beyoğlu yangınında şeyhülislâmlık cevaz vermiş, hayat sigortasının ise 1327'de verilen fetvada İslâm ülkesinde caiz olmayacağı, yabancı ülkede ve yabancı sigortacı ile yapılabileceği belirtilmiştir.


1.Sosyal Sigorta. Devletin bütün vatandaşlarını kapsayan, yangın, kaza, hastalık, işsizlik ve kimsesizliğe karşı himaye edici bir sigorta sistemi kurmasını İslâm da teşvik etmektedir. 2.Karşılıklı Üyelik Sigortası. Bir iş kolu işçilerinin, üyelerinin ortak katılımıyla gerçekleşen ve felâkete uğrayan üyenin zararını telâfi amaçlı, sosyal sigortanın dar şekli olup makbul uygulamadır ki, “âkile” ve “kasâme” de böyledir (Âkile/maktul diyetini suçlunun akrabalarına da yükleme, Hulefâ-i Râşidîn'den itibaren gelişerek iş kolu ve meslek gruplarının dayanışma ve yardımlaşma, “Kasâme ise İslâm öncesi de câri olan faili meçhul diyetini bölge halkına yayma sistemidir) 3.Ücretli-Ferdî Sigorta. Sigortacının kaza, yangın, ölüm durumlarında zararı telâfi etmeyi veya belli bir meblağı ödemeyi üstlendiği, normalde hiç ödemediği, sigortalının da periyodik olarak belli bir ödeme yapmayı (prim) üstlendiği bir sözleşme olup,  son devir İslâm bilginlerinin önemli bir kısmı ilke ve amaçlara aykırı bulurken bir kısmı caiz görmektedir. Şeyhülislâm M.Sabri Efendi, ücretli sigortayı kumar ve faizle ilişkisi sebebiyle caiz görmeyip, karşılıklı sigorta ile ticarî şirketin birleşmesinden ibaret yeni bir sigorta önermiş, Mısırlı Muhibbüddin Hatîb, ücretli sigortayı kumara benzetip karşılıklı sigortayı tasvip ve teşvik etmiş, Muham med Buhayt el-Mutîî her çeşidine haram demiş, Yususf el Kardâvî, ücretli sigortayı caiz görmeyip, sosyal/genel sigortayı tavsiye etmekte, M Ebû Zehra, sosyal ve karşılıklı yardımlaşmaya dayalı sigortayı mubah, ücretli sigortayı mekruh görüp zaruret bulunmadığını söylemekte, Ezher’den  M.el-Medenî, “haramdır, helâldir”den ziyade, kısım ve nevilerine göre değerlendirilmesini önermekte, Ahmed Tâhâ es-Senûsî, sigorta akdini “muvâlât akdi”ne benzetip mesuliyet sigortasına sıcak bakmakta, M. Hamîdullah, devlet eliyle kurulacak sosyal dayanışma yı ve sorumluluğu olabildiğince yayıp karşılıklı yardımlaşmayı sağlayıcı bir sosyal sigortayı, ticarî şirket hüviyetindeki karşılıklı sigortayı caiz görüp teşvik edip, ücretli sigortanın İslâm'da hoş görülmediğini, şans oyununa benzediğini söylemekte, Dünya İslâm Birliği Fıkıh Akademisi 1977 Mekke toplantısında üyelerin büyük kısmı 1.Ne verilip alınacağı belirsizdir (garar) 2.Kumarın bir çeşididir. 3.Her iki neviyle faiz içerir. 4.Başkasının malını bedelsiz almak olup bu da âyette yasaklanmıştır.[en-Nisâ: 4/29] diyerek bütün nevilerini haram saymışlar, İKT.İFA II.Dönem Toplantısı'nda (1985) da, 1. Sabit prim esaslı ticarî sigorta büyük garar içermekte olup haramdır. 2.Teberru ve yardımlaşma esaslı sigorta ve reasürans kurumları tesis edilmeli denilmiştir. Mısırlı M. Reşîd Rızâ, M.Abduh, M. Yûsuf Mûsâ, M. El-Behî, M. A. Mennân ve M.Ahmed ez-Zerkâ gibileri ise, sgortanın karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma, sermaye-emek ortaklığı, vekâlet ve temsil akdi çerçevesinde olduğu, İslâm'ın da ferdin malı ve geleceği açısından güvencede olmasını, fertler arası dayanışma ve yardımlaşmayı teşvik ettiği, insanların âni felâket ve zararlara karşı korunmasının ve yükün geniş kitlelerce paylaşılmasının mubah ve gerekli olduğunu, bunu destekleyici akid ve uygula maların bulunduğunu ileri sürüp caiz görmektedirler. (Mustafa ez-Zerka, İslamın genel maksatlarından, İslâm borçlar ve akidler hukukunun ilkelerinden hareket ederek, bey' bi'1-vefâ akdiyle kıyaslamakta, karşılıklı yardımlaşmaya dayanan ve kâr gayesi de güden iktisadî bir müessese olduğunu söyleyip, kumar, müşterek bahis ve şans oyunu diyen, tevekküle aykırı bulan, bilinmezlik ve belirsizlik içerdiği iddialarını ayrı ayrı cevaplandırmakta, sigorta şirketinin faizle iştigalini de ayrı görmektedir) 


Sonuç olarak, çağımız İslâm âlimlerinin hemen tamamı, devlet eliyle gerçekleştirilecek genel sosyal sigortanın tecviz ve teşvik edildiğini, meslekî kuruluş ve üyeler arası karşılıklı sigortanın İslâmî geleneğe ve günümüz şart ve ihtiyaçlarına uygun, ticarî sigorta ve hayat sigortasının belirsizlik ve kumar içerdiğini, sigorta şirketlerinin faizle iç içe ve hayat sigortasının tevekküle aykırı olduğunu, ticarî sigortanın da zaruret halinde caiz olacağını söylemişlerdir sistemi izleyenler kumar ve belirsizliğin değil, riskin ağır bastığını, faizin yönetimden kaynaklandığını görüp tedbirli davranmaya çalışmışlar, dolayısıyla sakıncasız sigorta sistemi oluşturuluncaya kadar riskli varlıkları ücretli sigorta ettirmek zarureten caiz görülmüştür (reaksiyon daha çok dış etkilerin ihtiyatla karşı lanmasıyla ilgili olup, kabulünün ise hassasiyetin yitirilmesi ve alternatif üretememe şeklinde yorumlanması adil değildir).



Giriş to leave a comment